Haber: Kaan Ağırsoy
İstanbul’un en işlek ve popüler noktalarından Kapalıçarşı’nın ikonik yapısı Çukur Kule, ismini çarşının en alçak bölgesinde olmasından alıyor. Çarşının Mahmutpaşa kapısının hemen bitişiğinde bulunan bu kule, günümüze kadar çeşitli alanlarda halka hizmet verdi.
Bizans döneminde kulenin bulunduğu bölgenin gümrük kontrol noktası olarak kullanıldığı iddia edilirken özellikle 1453’te İstanbul’un fethedilmesi ile beraber Fatih Sultan Mehmed, Tarihi Kapalıçarşı’nın bizzat inşa edilmesini emretti. Kule ise öncelikli olarak yapılan 400’ü aşkın dükkana ilave olarak çarşının en alçak noktasına inşa edildi. Kule, faaliyet göstermeye başladıktan sonra özellikle Harem Kadınları tarafından oldukça ilgiyle karşılandı ve kadınların uğrak noktalarından biri oldu. Dışarıdan merdivenli olarak iki katlı olan bu kulenin özellikle Harem Kadınları tarafından sıkça ziyaret edilmesiyle kulenin üst katı, bir diğer adıyla kubbe altı, harem kadınlarına tahsis edildi; alt katı ise erkek vatandaşlara ayrılarak “selamlık” olarak ayarlandı.
1800’li yıllara gelindiğinde Sultan II. Mahmut, Kapalıçarşı esnafı ile harem kadınlarının bu kule vesilesiyle görüşme ihtimalinin yüksek olduğunu ve bu durumun oldukça sakıncalı olduğunu düşünerek kulenin alışveriş faaliyetine son verdi ve kulenin alt katı karakol olarak kullanılmaya başlandı. Üst kat ise gözlemleme katı olarak tulumbacılara – dönemin itfaiyecilerine – verildi. Osmanlının son dönemlerine gelindiği zaman sarayın borçlarının bir hayli olması sebebiyle kule özel mülkiyete devredildi ve muhallebici olarak halka hizmet vermeye başladı.
1970’li yıllara dek muhallebileriyle Kapalıçarşı esnafı ve ziyaretçileri tarafından oldukça ilgiyle karşılanan Çukur Muhallebicisi, 1970 yılına gelindiğinde mücevherat işiyle uğraşan bir ailenin kuleyi satın almasıyla beraber kulenin muhallebi dönemi son buldu ve kuyumcu olarak hizmet vermeye devam etti. Günümüzde de kulenin alt katı mücevherat koleksiyonlarına yer verirken üst katı ise müze olarak ziyaretçilere ev sahipliği yapıyor.