Işıl SIPÇIK
Geçmişten günümüze medyada çeşitli platformlarda kadının göz önünde bulunurluğu artarken, kadına atfedilen anlamlar geleneksel çerçeve içerisinde kalmaya devam ediyor. Bu konuda İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilüfer Timisi Nalçaoğlu ve Gazetecilik Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Hülya Semiz Türkoğlu konuştu.
“Toplumsal Cinsiyet Rollerinde Yeni Makyaj”
Televizyonun kendi başına bir değer üretmediğinden, toplumun değerleriyle kendini geliştirdiğinden bahseden Prof. Dr. Timisi Nalçaoğlu, “Geçmişteki dizilerde kadının daha sınırlı rollerle yer aldığını söylemek mümkün. Günümüzle karşılaştırılınca çok önemli bir değişme olduğunu da söyleyemeyiz” diyerek alt metin olarak değişikliğin yaşanmadığını ve toplumsal cinsiyeti yeni bir makyajla karşımıza çıkardığını söyledi.
“Kadınlar Mağduriyetleriyle Var Olabiliyor”
Betty Friedan’ın 1963’te “Kadınlığın Gizemi” kitabında bahsettiği, “Televizyon kadınları imha ediyor. Kadınlığın gerçek var oluşunu, özne konumunu dikkate almıyor” sözlerine dikkat çeken Prof. Dr. Timisi Nalçaoğlu, mağduriyet durumunun televizyon anlatısının merkezinde yer aldığını belirtti. Kadınların günümüzde özellikle şiddetin mağduru olarak temsil edildiğine değinen Prof. Dr. Timisi Nalçaoğlu, “Kadının özne olabilme ihtimali mağduriyetle birlikte ortadan kaldırılıyor. Bu durumda da toplumsal cinsiyete dayalı bir ayrım söz konusu” dedi.
“Yumuşak Diplomasinin Yürütüldüğü Yer”
Prof. Dr. Timisi Nalçaoğlu, “Yerli diziler uluslararası alanda Türkiye’nin yumuşak diplomasisinin yürütüldüğü önemli bir yer” diyerek ulusal anlamda seyircinin dikkatini çeken dizilerde klasik anlatı yapısının çeşitlenmiş biçimleri içerisinde kadın ve erkek arasındaki ilişkilerin olay örgüsünün merkezinde kaldığını ekledi.
Kadınların genelde fiziksel özellikleriyle temsil edildiğine, medeni durum etiketlemelerine çokça yer verildiğine değinen Prof. Dr. Timisi Nalçaoğlu, “Kadın ve erkeğin fiziksel özelliklerinden başlayarak televizyonda bir farklılaştırmanın mevcut olduğunu söylemek mümkün. Bunun yanında kadın ve erkek karakterlerin duygusal çıkarımları açısından kadınlar bağımlı ve mağdur, erkekler ise akılcı, kararlı ve bağımsız bireyler olarak karşımıza çıkıyor” dedi.
“Medya Şiddeti Meşrulaştırıyor”
Medyanın şiddeti haberleştirirken kamusal bir hizmeti yerine getirdiğinden söz eden Prof. Dr. Timisi Nalçaoğlu, medyanın şiddeti kamusallaştırırken meşrulaştırdığını ve iktidar ilişkilerini kadınların aleyhine, erkeklerin lehine bir haber dili kurarak yeniden ürettiğini ifade etti. Yapılması gerekenin şiddete maruz kalanın gözünden olaya bakılması ve egemen ideolojinin dışına çıkılması olduğunu sözlerine ekledi.
Dr. Öğr. Üyesi Hülya Semiz Türkoğlu ise konuyla ilgili şiddetin sıradanlaştırılmasına dikkat çekti. Kadına karşı şiddettin sadece kadını değil aileden başlayarak tüm toplumu yaraladığını ve şiddetin sıradan bir olay sayıldıkça artarak devam edeceğini dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Hülya Semiz Türkoğlu, ”Medyada kadının şiddete maruz kalmasının geleneksel kavramlara dayanılarak haklı gösterilmesi, haberlerde şiddet mağduru kadınların çaresizliğinin sık sık konu edilmesi şiddetin sıradanlaşması sürecinde etkili olabilmektedir” dedi.
Dr. Öğr. Üyesi Semiz Türkoğlu, televizyon odaklı yaşayan bir toplum haline geldiğimizden ve gerçek hayatla televizyonun fantastik dünyasını birbirine karıştıran televizyon izleyicisine sahip olduğumuzdan bahsetti. Bu seyirci modelinin ciddi bir yanılsama içinde televizyonun saniyelerle değişen görüntüsü karşısında şiddeti zararsızmış gibi algıladığının altını çizerek “İzleyici, şiddetin ne denli tehlikeli bir olgu olduğunu ya artık göremez ya da görmezlikten gelir” ifadelerine yer verdi.