Söyleşi: Kasım Sarsılmaz
Dr. Zibiniso Kamalova, 2012-2019 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Genel Türk Tarihi alanında doktora çalışması yaparak doktor unvanı aldı. İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörlük Proje Koordinasyon Ofisi’nde kıdemli araştırmacı olarak çalışan Dr Kamalova’nın 2019’da Cağaloğlu Yayınevi’nden yayınlanmış ‘Türk Kültür Mirasında Kılıç ve Kalem Tutan Hanımlar’ ve 2020 yılında aynı yayınevinden ‘Hokand Hanlığı’nın Son Hükümdarı Hüdayar Han ve Dönemi’ isminde iki kitabı bulunuyor.
İstanbul Ticaret Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olarak görev yapan Dr. Kamalova’yla İstanbul Üniversite’deki eğitim süreci, akademik çalışmaları ve kişisel deneyimleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Söyleşimize sizi tanıyarak başlayabilir miyiz? Dr. Zebiniso Kamalova kimdir?
Özbekistan’lıyım. Şu anda İstanbul Ticaret Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimler Fakültesi’nde Eğitim Bölümü’nde Doktor Öğretim üyesi olarak görev yapıyorum. Kendimi her zaman İstanbul Üniversitesi’nin öğrencisi olarak görmekteyim ve buranın bir parçası olmaktan hep mutluluk ve gurur duymuşumdur. 2019 yılında İstanbul Üniversitesi Genel Türk Tarihi Bölümü’nden (doktora programından) mezun oldum.
2019 yılında İstanbul Üniversitesi Genel Türk Tarihi (doktora) Bölümü’nden mezun oldunuz. İstanbul Üniversitesi’ndeki doktora süreciniz nasıl geçti?
Doktora süreci 2012’de başlayan bir serüvendi. 2012 tarihinde ben Yurt Dışı Türkleri ve Akrabaları Topluluklarının Türkiye bursları programıyla İstanbul Üniversitesi Genel Türk Tarihi Bölümü’nden doktora programı kazandım ve aynı yılın Ekim ayında İstanbul’a geldim. İlk önce bir sene TÖMER’de Türkçe kursları eğitimi aldım, ardından 2013 yılı itibariyle burada eğitimim başladı. Çok heyecanlı bir süreç diyebilirim; iki çocuklu bir anne olarak hem öğrenci olmaya çalıştım, hem evi idare etmeye çalıştım, hem de çocukları eğitmeye ve yetiştirmeye çalıştım. Zorluğu ve bir o kadar da heyecanı benim için zevkli bir süreçti. Geriye dönüp baktığımda hayatımın en kazançlı dönemi diyebilirim ve çok şey öğrendim. Öğrenmekten ziyade kendimi yetiştirdim diyebilirim.
Bu süreçte, üniversitedeki hocalarım, yaşadığım yerdeki komşularım, Türk halkı her zaman yardımcı ve destek oldular. Motivasyon açısından maddi ve manevi olarak bu desteklerin sayesinde eğitimimi tamamlayabildim.
“İstanbul benim için bir aşk meselesidir.”
Eğitim yaşamınızdan ötürü uzun bir süredir Türkiye’de yaşamaktasınız, ilk gelişinizden bu zamana kadar özellikle İstanbul sizde nasıl bir izlenim bıraktı?
İstanbul benim için (edebiyat yönünden) bir aşk meselesidir diyorum her zaman. Çünkü bugüne kadar hiç doymadan bakıyorum. İstanbul’u işe giderken işten dönerken, okula giderken ya da herhangi bir yere gittiğimde her zaman İstanbul’u izlemeye, okumaya gayret ediyorum. Öylesine gezmek istemiyorum, bir adım attığımda bile İstanbul’u teneffüs etmeye çalışıyorum. İstanbul; havası, denizi, toprağı, ağacı ve martısından tutun benim için hepsi bir aşk meselesi, hayata anlam veren bir dergah.
Bildiğiniz diğer dillerin (Rusça, Farsça, Arapça, Türkçe ve İngilizce) akademik kariyerinizde olumlu yönde katkısı elbette olmuştur. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz öğrenebilir miyiz?
Bir akademisyen için dil önemli bir olgu sayılır. Dil bilmeden bilimsel bir çalışma yapılamaz. Araştırdığımız alanın ana kaynaklarına inmeden belli bir tezi ortaya koyamazsınız. Bundan dolayı her akademisyen bu yola baş koyarken önce dil sürecinden geçer. Elbette İngilizce günümüzde artık uluslararası herkesin bilmesi gereken bir dil.
Sovyet Dönemi’nde Türkistan Coğrafyasının Kimliği Değiştirilmeye Çalışıldı
2019 yılında ‘Türk Kültür Mirasında Kılıç ve Kalem Tutan Hanımlar’ ve 2020 yılında ‘Hokand Hanlığı’nın Son Hükümdarı Hüdayar Han ve Dönemi’ adında yayınlanmış iki kitabınız bulunuyor. Sizi kitap çıkarmaya iten etkenler nelerdi? Bize bu süreci ve kitaplarınız hakkında kısaca bahseder misiniz?
Ben tarih alanında faaliyetleri alanında yürütüyorum. Memleketten Türkiye’ye gelmeden önce bir dergide editör olarak çalışıyordum ve çalışırken, makaleler hazırlarken, yazılar yazarken elime Baymirza Hayit’in “Türkistan Lejonerleri” hakkında yazısını okuma fırsatını yakaladım. Onu okurken Türkistan için savaşmış, Türkistan evlatlarının Sovyetler döneminde her zaman ‘hain’ olarak ilan edildiği ve bağımsızlıktan sonra da onların aklanmadığı, hala hain olarak devam ettiği süreç vardı. Bunlar bana çok dokundu ve araştırmaya başladım. Sovyetler döneminde malum Türkistan coğrafyası istilaya mahkum oldu ve tarihi, edebiyatı, kültürü değiştirilmeye çalışıldı. Böyle bir ideoloji ile tarih alanına yöneldim ve İstanbul geldikten ‘Türk Dünyası’ kavramını daha yakından anlamaya çalıştım ve Türk dünyasının sadece Türkistan’dan ibaret değildi. Benim gözümde çok geniş büyük bir coğrafyada inşirah etmiş.
Türk Tarihi dediğimizde sadece Türkistan, Orta Asa günümüz tarihiyle sınırlı kalmadan Balkanlara, Kafkaslara kadar hepsi ve Türk İslam kültürü ve medeniyetine katkı sunuyor. Bizim büyük bir tarihimiz var, tarihe sığmayan. Onu ele almaya çalıştım ve bundan dolayı şimdi bu “Türk Kültür Mirasında Kılıç ve Kalem Tutan Hanımlar” aslında tarihi bir bütün olarak yazmak kaygısıyla ele alınmış ve tarihe yön vermiş kadın şahsiyetleri bir arada toplamaya çalıştım. Diğer kitapta tez döneminde yaptığım çalışmaların bir sonucu olarak diyebilirim. 3-4 senelik bir çalışmanın bir neticesi olarak ortaya çıktı.
“Tabii ki bizler birer kültür elçileriyiz”
Sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarıyla paylaşımlarınızın büyük bir bölümü Türki Cumhuriyetler, özellikle vatandaşı olduğunuz Özbekistan’daki gelişmeler ve bunların Türkiye’deki takipçi kitlenize aktarılmasından oluşuyor. Dr. Zebiniso Kamalova kendini bir kültür elçisi olarak görüyor mu?
Tabii ki, insan memleketinin sınırları dışarısı dışına çıktığı zaman bir başına bir millet olarak faaliyetlerini göstermeye başlar. Ben o şuurla hareket ettiğimi düşünüyorum; Özbek Türklerini, kültürünü, medeniyetini ve Türk dünyasına tanıtmak ve bizi biz yapan değerlerimizle kavuşturan yolda faaliyet yürütmeye çalışıyorum. Tabii ki bizler birer kültür elçileriyiz, köprüler olarak kendimizi tanıtıyoruz. Burada iletişimi sağlamakla beraber Türkistan’dan Anadolu’ya uzanan ilim, irfan kültür ve medeniyet yollarını işlevsel yapmaya çalışmakta olan bizleri hem birer asker gibi hem de birer kültür elçisi olarak görmekteyim. Yani bizi biz yapan değerlerle bütünleşme adına bir faaliyet diyebilirim.
Umay Ana Türk Dünyası Kadınlar Birliği projesinde aktif bir şekilde yer almaktasınız. Birlik çalışmalarınız nasıl devam ediyor?
Umay Ana yeni bir oluşumdur. Türk Dünyası’nda daha çok kadın merkezli bir bilimsel araştırma hüviyetinde olan bir yapılanmaya doğru olmaya gayret ediyoruz. Türk Dünyası’ndaki kadınlar üzerinden kültürel bir yapı oluşturmak; bilim adına, sanat adına çalışmak, yine dediğimiz gibi Türk Dünyası‘nın bütünlüğüne yaklaşmak adına bu coğrafyaları birleştirmek, manevi sınırlarımızı kaldırmak adına yapılan bir çalıma olarak değerlendiriyoruz. Malum, kadınlar toplumun yarısına teşkil ediyor, diğer yarısını da kadınların eğitip büyüttüğü erkekler. Bunun için kadınlar bilinçli ve bilgili olursa, bu şuuru yaşatırsa bizim arzu ettiğimiz dünya daha çabuk gerçekleşecek. Ondan dolayı bu oluşuma çok önem veriyorum şahsım adına ve elimden geldiği kadarıyla bu faaliyeti sürdürmeye çalışıyorum.
Son olarak İstanbul Üniversitesi öğrencilerine gazetemiz aracılığıyla ne söylemek istersiniz?
Buranın bir parçası olmak gerçekten bambaşka bir şey, insana hüviyet kazandırıyor. İstanbul’un kalbinde bulunarak eğitim almak ve İstanbul’u hissetmek için iyi bir şans diye düşünüyorum. Bu serüvende aktif olmalarını ve bu şuurlar hareket etmelerini, kendi alanlarında en iyisi olmaya gayret etmelerini temenni ediyorum, selamlarımı saygılarımı yoluyorum.