Haber: Arda Ormancı
İstanbul – İÜ Haber Merkezi
Arkeolog Özgür Yılmaz, İletim Gazetesi ile sektörel deneyimlerini ve mesleğinin inceliklerini paylaştı. Yılmaz, popüler kültürdeki arkeolog figüründen Göbeklitepe’ye kadar ilgi çekici pek çok konuya değindi. Yılmaz, “Gizemli bir iş yapmıyoruz. Altı bin yıl toprağın altında kalmış bir şeyi siz okuyorsanız bu zaten tatmin edici bir şeydir” dedi.
Sahada 2003 yılından bu yana aktif çalışan bir araştırmacı olan Arkeolog Özgür Yılmaz, Kırklareli’nden Şanlıurfa’ya uzanan kazılarda görev aldığını ve arkeolojinin yalnızca kazmak ve bulmak değil; geçmişin maddi kalıntıları üzerinden insanlık tarihini okumak olduğunu söyledi.
Siirt’te 1979 yılında doğup İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü mezunu olan Yılmaz, lise yıllarında bir arkadaşının hazırladığı defterlerle arkeolojiye ilgisinin başladığını ve bu ilginin zamanla akademik bir tercihe, daha sonra da mesleğin formuna büründüğünü kaydetti.
Üniversite yıllarından itibaren İstanbul Üniversitesi’nin çeşitli projelerinde yer aldığını böylece henüz ikinci sınıf öğrencisiyken kazı çalışmalarına katılmaya başladığını ifade eden Yılmaz bu sürecin kendi bölümünde teşvik edildiğini ve aynı ekiple birçok farklı projede yer aldığını anlattı. Bu şekilde 2003 yılında kazılara gitmeye başladığını kaydeden Yılmaz, bugüne kadar Şanlıurfa’daki Mezraa-Teleilat Höyük, Kırklareli’ndeki Aşağı Pınar ve Kanlı Geçit Höyükleri ve Göllüdağ’daki ‘Obsidyen Yüzey Araştırması gibi önemli arkeolojik alanda bulunarak yürütülen çalışmalara katıldığını söyledi.

“Biz geçmişi yazılı değil, maddi kalıntılarla okuyoruz”
Yılmaz, arkeolojinin ne olduğu sorusuna “Geçmişin maddi kalıntılarından hareketle insan yaşamını anlamaya çalışan disiplinler arası bir bilim” yanıtını verirken arkeologların tarihçilerden farkının yazılı kaynaklar yerine fiziksel buluntularla çalışmak olduğunu “Geçmiş kültürlerin yaşayış biçimleri, toplumsal ilişkileri, teknolojik gelişmeleri, ölü gömme adetlerinden inanç sistemlerine kadar pek çok şeyi maddi kalıntılar üzerinden değerlendiriyoruz” sözleriyle vurguladı.
Yılmaz, arkeolojinin diğer bilim dallarıyla nasıl bir iş birliği içinde çalıştığına şu örnekle anlattı:
“Nükleer fiziğin geliştirdiği herhangi bir yöntem, tarihleme ile ilgili olabilir. Herhangi bir şeyin analizi olabilir, mesela buluntu gibi. Onların yöntemlerini kullanabiliriz. Tabii bundan bahsederken bir arkeolog olarak o yöntemi doğrudan kendimiz kullanmıyoruz. O alanda çalışan bir insana örneğimizi veriyoruz. Onun değerlendirmesini o yapabiliyor. Kimya bilimi de örnek olabilir. Kabın içindeki tortunun analizini yapabiliyorlar, ne için kullanıldığı, süt ürünlerinin olup olmadığı, içinde fermente ya da fermente edilen bir bitki kullanılıp kullanılmadığı gibi soruların cevaplarını onlardan alabiliyoruz”
Aşağı Pınar Höyüğü: Trakya’nın tarih öncesine açılan kapısı
Yılmaz, sahada en son çalıştığı alanın Kırklareli Aşağı Pınar Höyüğü olduğunu belirtti. Bu alanın Neolitik ve Kalkolitik dönemlere ait yerleşim izleriyle öne çıktığını ifade eden Yılmaz, Aşağı Pınar’ın Trakya’daki en geniş kapsamlı Neolitik yerleşim alanı olduğunun altını çizerek bu bölgedeki kazıların 1993 yılında başladığını ve yaklaşık 2015’e kadar kesintisiz devam ettiğini belirtti.
Yılmaz Aşağı Pınar’ı, Güneydoğu Anadolu’dan başlayarak Avrupa’ya yayılan Neolitik Kültür’ün önemli duraklarından biri olarak tanımladı. Yılmaz, kazıların düzenli yerleşik yaşamın bölgede nasıl geliştiğine dair önemli veriler sunduğunu söylerken “Aşağı Pınar, Trakya’nın son Neolitik dönemine ait en geniş kapsamlı kazılan yer. Düzenli yerleşik yaşamın bölgede nasıl başladığını gösteren bulgular içeriyor” ifadelerini kullandı.

Neolitik’ten Kalkolitik’e: Teknoloji ve toplum dönüşümü
Yılmaz, Neolitik dönemi yerleşik hayata, tarıma ve hayvancılığa geçişin yaşandığı çağ olarak tanımladı. Bu süreçte göçebe yaşam biçiminden yerleşik tarım toplumlarına geçildiğini aktaran Yılmaz, sosyal yapının da değişim gösterdiğini vurguladı.
Kalkolitik dönemin Neolitik’in ardından gelen ve madencilik faaliyetlerinin izlenmeye başladığı bir evre olduğunun altını çizen Yılmaz, söz konusu dönemin teknolojik gelişmelerin ve sosyal örgütlenmenin daha belirgin hale geldiği bir çağ olarak öne çıktığını kaydetti.
Yılmaz bu iki dönemi nasıl ayırt ettiklerine dair ise “Biz bu dönemleri insanların kullandığı teknolojiye, sosyal yapısına ve üretim biçimlerine bakarak ayırt ediyoruz” dedi.

Göbeklitepe ve Karahantepe: Bilimin bildiği, toplumun yeni fark ettiği alanlar
Yılmaz, Göbeklitepe ve Karahantepe gibi kazı alanlarının popülerleşmesiyle arkeolojiye ilginin arttığını ancak bu alanların bilimsel çevreler tarafından zaten uzun süredir bilindiğini ve takip edildiğinin altını çizdi. Yılmaz, “Göbeklitepe 1995’ten beri kazılıyor. Bilim dünyasında hep biliniyordu ama topluma yansıması daha geç oldu” şeklinde konuştu.
“Göbeklitepe ilk keşfedildiğinde anıtsal mimarisiyle dikkat çekmişti. Ancak zamanla benzer yapılar başka yerlerde de bulunmaya başlandı” diyen Yılmaz’a göre bu durum, geçmiş toplumların ‘ilkel’ olmadığına dair bilimsel verileri pekiştiriyor.
Ayrıca Yılmaz, günümüz arkeolojisinin artık bu gelişmişliği sürpriz olarak görmediğini de belirterek “Artık insanların o dönem ne kadar organize olduğunu biliyoruz. Bu yüzden şaşırmıyoruz ama hala bilmediğimiz çok şey var” dedi.
Göbeklitepe gibi yapıları inşa eden insanların birdenbire ortaya çıkmış olamayacağını, bu toplumların kökenlerini ve yayılım alanlarını henüz tam anlamıyla bilemediklerini ifade eden Yılmaz, Göbeklitepe için “Bu kültürün altlığı nerede? Nereden geldiler? Hangi bölgelerle bağlantıları vardı?” sorularının henüz aydınlatılamadığını dile getirdi.
Karahantepe ve çevresinde kazısı süren benzer 12 yerleşim alanının bulunduğunu belirten Yılmaz, bu alanların yerleşik yaşam ile avcılık – toplayıcılık arasında geçişi belgelediğini ve bu yönüyle eşsiz olduğunu vurguladı.

“Indıana Jones değiliz, bilginin peşindeyiz”
Yılmaz, arkeologların popüler kültürdeki temsillerine dair de konuştu. Indiana Jones ve Lara Croft gibi karakterlerin bilimsellikten uzak olduğunu özellikle vurgulayan Yılmaz, “Hiçbir arkeolog bireysel olarak ‘Tek başıma gideyim. Şunu bulup çıkartayım. Onun üzerinden gizemleri çözeyim.’ demez. Hiçbirimiz gizem peşinde değiliz” dedi.
Yılmaz, eleştirilerine rağmen popüler kültürdeki bu karakterler için bir zararı olmadığını savunsa da “Bir arkeoloğun ne yaptığını biliyorsanız onun hiçbir zararı yok. Çünkü onun zaten popüler bir karakter olduğunu bilirsiniz. Onun üzerinden ilerlersiniz” sözleriyle gerçek yaşam ve film arasındaki farka dikkat çekti.

“Artık estetik değil, veri buluntusu önemli”
Eskiden koleksiyonculuk ve tarihi eser merakıyla şekillenen arkeoloji anlayışının yerini bugün bilgi odaklı bir yaklaşıma bıraktığını belirten Yılmaz, artık estetik ya da maddi değeri olan buluntular değil, en çok veri sağlayan örneklerin önem taşıdığını ifade etti. Yılmaz, “Altın bir buluntu, doğada bulunan bir buğday tanesinden daha değerli değil bizim için. Bilgiye katkısı daha azsa, değeri de azdır” şeklinde konuştu.
“Arkeoloji uzmanlık gerektirir, herkesin yorum yapabileceği bir alan değil”
Öte yandan Yılmaz, toplumda arkeolojinin kolay anlaşılır ve yorumlanabilir bir alan olarak görülmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Mesleklerinin terminolojisinin gündelik dile yakın olması nedeniyle yüzeysel biçimde değerlendirildiğinden yakınan Yılmaz, “Ben arkeoloğum ama tarih üzerine konuşurken bile dikkatliyim. Çünkü o benim uzmanlık alanım değil. Ama bir tarihçi ya da başka bir disiplinden biri rahatlıkla arkeoloji hakkında konuşabiliyor” eleştirisinde bulundu.
Yılmaz, “Gizemli bir iş yapmıyoruz ama eğer ilginiz varsa, bulduğunuz her şey zaten ilginç gelir. Altı bin yıl toprağın altında kalmış bir şeyi siz okuyorsanız, bu zaten tatmin edici bir şeydir” ifadeleriyle sözlerine son verdi.
