Doç. Dr. Mesut Aytekin
İstanbul Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü
Korku, insanın varoluşundan beri en güçlü ve yönlendirici duygulardan biri olmuştur; bizi sınırlarımıza taşırken, iç dünyamızın en karanlık köşelerini de açığa çıkarmıştır. Sinema, bu kadim duyguyu görünür kılan en etkili araçların başında gelir. Bu bağlamda, korku sineması modern çağın mitolojisi olarak işlev görmekte, seyircisine karanlıkta hangi gölgelerle yaşadığını hatırlatan bir ayna tutmaktadır. Nitekim bir Japon ya da Türk seyirci, aynı sahnede ürpererek, bedensel tepkilerle “kontrollü travma” yaşar, deneyimler. Başka bir ifadeyle hayatın karanlık gerçekliğiyle yüzleşir.

Artık yalnızca bir tür olmanın ötesinde, korku sineması milyar dolarlık devasa bir endüstridir. Düşük bütçeli ancak yüksek kazançlı filmlerinden giyime, makyaja, oyuncaklara ve bilgisayar oyunlarına uzanan hikâyeler, geniş bir ticari yapı oluşturmuştur. Bu muazzam yapının ardında ise, evrensel bir dil olarak izleyiciyle kurulan güçlü duygusal bağ yatmaktadır.
Korku, bireysel olduğu kadar toplumsal korkuların da aynasıdır. Örneğin Frankenstein, Godzilla ya da Şeytan gibi yapımlar, kendi çağlarının bilimsel, politik ve dini kaygılarını yansıtmıştır. 21. yüzyılda ise korku, salgınlar, göç, iklim değişikliği ve dijital mahremiyet gibi modern kaygılarla şekillenmektedir. Ayrıca, feminist okuma ve ekolojik temalar da korku sinemasına yeni ve derin boyutlar kazandırmıştır.


Bu dinamizmi her daim koruyan en önemli etken, alt tür zenginliğidir. Vampirler, zombiler, şeytanlar, psikolojik katiller, doğanın intikamı; her bir alt tür, insanın farklı korkularına karşılık gelir. Sessiz filmden dijital efektlereuzanan sinemasal yolculuk, korkunun biçimini değiştirmiş olsa da özünü hep korumuştur: Ölüm, belirsizlik ve kaygı.
Türk sineması da 1950’lerden bu yana kendi korku yolculuğunu geliştirmiştir. Dabbe, Musallat, Siccin gibi yapımlar, folklorik ve dini motifleri evrensel korku temalarıyla harmanlamıştır. Son yıllarda dini eksenli ilerleyen cin temalı filmler Türk Korku Sineması’nı şekillendirse de ara ara nitelikli korku filmleri üretilmekte, tür içinde özgün denemelerde göze çarpmaktadır.



Özetle korku değişse de yarattığı duygu aynı kalmıştır: İnsanın varoluş kaygısı. Sinema, bu nedenle, her çağın kâbuslarını görünür kılmaya devam etmektedir. Çünkü korku filmleri bize sadece karanlığı değil, ışığın değerini de hatırlatır; bir canavarla karşılaştığımızda, aslında biraz da kendimizle yüzleşiriz.




