Haber: Emircan Düzdemir
Kültür, sanat ve edebiyat dergisi Masa Dergi’nin genel yayın yönetmeni Gamze İyem ile buluştuk. Dergi çıkarma sürecinden editoryal sürece uzanan keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Dergi çıkarmanın zorlu yanları nelerdir?
İki sektörde de çalışmış biri olarak öncelikle kitaptan çok daha zor diyebilirim. Kitapta, ne net bir süre vardır ne de çok fazla ses. Ama dergiler kolektif bir yapı. 50 sayfada 50 farklı yazar, 50 farklı çizim ve bunların hiçbiri birbiriyle çarpışmamalı. Ve her zaman maksimum 20 gününüz var bunu tamamlamak için. Biri hasta olduğunda ya da yıllık izne çıktığında yandınız demektir. Hiç durmayan bir nehir gibi, sürekli akmak zorundasınız. Her zaman açık fikirli, yaratıcı ve pratik olmalısınız. Bir kişi hata yaparsa domino taşı gibi arkadan gelen dizgi devrilir. Ben bunu Masa ve Kafkaokur’u toplarsak 9 yıldır yaşıyorum. Ama başka türlüsünü de bilmiyorum, dursam ne yaparım bilemediğim için bu koşturmaya devam.
Sürekli artan kur sebebiyle her alanda fiyat artışı yaşandığını görüyoruz. Bu durumdan dergiler ve Masa Dergi nasıl etkilendi sizce?
Hevesimiz kırılıyor. Bizim mesleğimiz birçok kişinin sandığının aksine çok zor bir meslek. Dolayısıyla emek gelir dengesinde mevcut durumdan çok daha fazlasını kazanıyor olmamız gerektiğini düşünüyorum. Okur sayısının azlığına girdi maliyetlerinin artışı eklenince bu elbette mümkün olmuyor. Bunlar sektörün genel sorunları, Masa adına söylenecek bir şey yok aslında. Masa köklü bir yayın, kur artsa da yayın hayatına devam edecektir ama heyecanını, hevesini, motivasyonunu da bu süreçte kaybediyor işte. Zaten nüfusa oranla çok az dergi var ülkemizde, bu sektörde emek verenlerin bu kadar zorlu ekonomik şartlarda kalması elbette çok üzücü. Hevesler kırılınca kapanır gider bu dergiler, herkes başka mesleklere yönelir ama bu durumda da işte bizden daha çok ülke kaybeder. Her şeyden önce kültürünü sonra da gelecek nesillerin olgunluğunu kaybeder.
Ülkemizdeki dergi okuru sayısından memnun musunuz?
Hayır tabii ki. Biz okuyan bir toplum değiliz. Dergi okuma alışkanlığımız da oldukça zayıf. Çok küçük bir grup sayesinde bu yayınlar ayakta duruyor. Bu dergilerden haberi dahi olmayan, hiç kitabevine girmemiş çok fazla insanımız var. Çözümü burada konuşulamayacak kadar uzun, köklü bir eğitim sistemi eksikliğinden geliyor elbette. Biz yayın emekçileri olarak, sonradan kazanılmış bir alışkanlıkla insanların dergi okuru olmasına katkı sağlamaya çalışıyoruz olduğu kadar.
Sizin için en unutulmaz sayı hangisiydi ve hiç iptal etmek zorunda kaldığınız sayı oldu mu?
En diye ayıramam ama, hayatta olan sanatçıları kapak konuğu yaptığımız sayılar daha çok iz bırakıyor bizim hayatımızda. Burada o sanatçı da çalışmamıza dahil oluyor, onu da mutlu etsin diye ekip daha özenli çalışıyor. Bir araya geldiğimizde güzel anılar biriktiriyoruz. Sezen Aksu, Yıldız Tilbe, Zülfü Livaneli gibi isimleri öncelikli sayabiliriz. Şu anda da gelecek ayın sayısında hayatta olan bir sanatçıyla birlikte çalışıyoruz, benim için de birçok ekip arkadaşım için de çok kıymetli bir isim. Henüz isim veremem ama, unutulmaz sayılarımız içine gireceği aşikar. İptal etmek zorunda kaldığımız bir sayımız da olmadı.
Her ay ekipçe birbirinden farklı yazılar yazıyorsunuz peki beğenilmediği için birden fazla kez yazıyı düzeltme ya da değiştirme yaşanıyor mu?
Tabii ki, bu sık sık yaşanıyor. Dergiler ve kitapların, yazarından çıktığı haliyle yayımlandığı çok ender görülür. Bazı yazılar yazarına geri gönderiliyor editörün değiştirilmesini istediği yerler belirtilerek, bazıları da daha yayımlamaya hazırsa bizim tarafımızdan direkt müdahale edilerek düzeltiliyor. Yazar yazının son halini görüyor, ama burada son karar editörün.
Dergi hakkında aldığınız olumlu ya da olumsuz yorumlar sizi etkiliyor mu etkiliyorsa nasıl etkiliyor?
Olumlu yorumların motivasyon arttırıcı, olumsuz yorumların öğretici bir yönü elbette var. Ben duygusal bir insan değilim. Alındım, darıldım, coştum diyemem yorumlar için. Çok büyük kısmını da görmüyorum aslında ama, gördüklerimi dışarıdan bir gözden gelen bilgi olarak değerlendiriyorum. Bazı yorumlarda da ricalar ya da tavsiyeler olur, bunların henüz hiçbirini uygulamadım.
İçerik alımı yaptığınız zamanlar bir dönem siz de değerlendirme yapıyordunuz. Gelen içerikler kaliteli miydi, sizi çok zorlayan oldu mu?
Evet, ben de içerik alımları için editör e-postamıza dönem dönem bakıyorum. Bunu aslında şu an insanlarda nasıl duygular var, neleri önceliklerine almışlar görmek için yapıyorum. Sürpriz yazılar okumayı da zaten seviyorum yıllardır. Biz yazma cesareti yüksek bir toplumuz. Her yaştan her telden yazıyla karşılaşıyoruz. Elbette bitirmek bile yıpratıcı olanlar da gayet kaliteli ve keyifli olanlar da var. Beni zorlayanlar ise genelde uzun olanlar. Eğer başarılı da bulduysam; nasıl değerlendirebilir, nereye sığdırabiliriz diye düşünme kısmı zor. Sonucunda da genelde yeterli sayfamız olmuyor böyle içeriklere.
İçerik alımları yaptığınız zaman 300 kelime sınırı bulunuyordu ve okur yorumlarında 300 kelimenin az olduğu yönünde bir görüş vardı. Sizce 300 kelime yeterli midir?
Yayımlanan yazıların ortalaması 600 kelime. Biz bir sayfaya iki kişi alabilelim, daha fazla insanın şansı olsun diye 300 olarak belirledik bunu. Bence normal yazılarımızın yarısı uzunluk, çok az bir uzunluk sayılmamalı. Bu köşe deneme ve şiirler için daha uygun, öykü için elbette yetersiz olabilir. Ama biz öykü dergisi de değiliz zaten, düşünce yazılarına ağırlık vermeye çalışıyoruz. İnsan gayet az sözcükle çok şey de anlatabilir. Dünyanın en iyi kitapları arasında birçok novella var. Ayrıca; benim ilk sayfadaki giriş yazılarım da 300 kelime, ben genelde uzun diye hayıflanıyorum.
Yoğunluk sebebiyle içerik alımları durduruldu. İlerleyen zamanlarda tekrardan içerik alımları yapılacak mı?
300 kelimelik “okur masası” köşemiz her zaman açık. Genel yazar alımı yapmıyoruz, yakın zamanda da açılmaz çünkü zaten çalıştığımız, sayılara sığmayacak kadar çok yazarımız var.
Derginin her sayısında yazınızın olmamasının sebebi nedir?
Vakit bulamıyorum. Sebebi bu kadar basit aslında. Yukarıda bahsettiğim 300 kelimelik giriş yazılarına da vakit bulamadığım zamanlar olmuştu, bu bölümü kaldırmıştık hatta. Sonra çok soran oldu, ekip de giriş yazıları olmalı deyince 3 aydır geri getirdik. Bunu yazmak dışında içeride olamıyorum evet, vakit bulamıyorum maalesef. Masa dışında özel editörlükler de yapıyorum çünkü. Gerçi editörlüğü önceden de yapıyordum ama nasıl yetişiyormuşum bilmiyorum. Sanırım derginin içeriği genişledikçe ve çalışan kişi sayısı arttıkça daha çok yöneticiliğe döndüm ve bana kalan zaman daraldı.
Size şahsi bir sorum olacak. Yazı yazarken ilham aldığınız bir şey var mı?
İlhama çok inanmıyorum ben Emircan, çok çalışmaya inanıyorum. Kişi yıllarca okumalar yapar, zihninde birçok bilgi ve kurgu vardır, kelime dağarcığı geniştir. Bir şey yazmaya çalıştığında da beyin otomatik bir sistem olarak sizi bu bilgilerinizle yönlendirir. Kelime dağarcığınız cümlelerinizin daha hızlı ve kolay kurulmasını sağlar. Yazacağınız konu seçimi de bu birikimle oluşur. Çok okuyan kişinin çokça fikri de vardır. Büyücülük okuluna giden on bir yaşındaki bir çocuğu anlatmayı da karşı komşusuna âşık bir kadını anlatmayı da düşünebilir. Bu konuları bulmak zor değildir, önemli olan nasıl anlattığınızdır. O da en başta söylediğim gibi, çok çalışmak. Günlerce, haftalarca aynı anlatının başında tekrar tekrar cümleler üretmek, tüm bildiklerinizi en doğru süzgeçten geçirmek ve olası en iyi formu yaratmaktır yazmak.
Genç yazar adaylarına verebileceğiniz önerileriniz var mı?
Çok okusunlar, çok çok okusunlar. Ben bu konuda geride kaldığımı düşünüyorum. Kendimi bildim bileli okuyorum ama eksik çok şey kalmış. Şimdi de vakit bulamıyoruz. Keşke lise ve üniversitedeyken, okumayı olduğundan çok daha fazla ciddiye alsaymışım. Yazdıklarının da peşinde durmaktan vazgeçmesinler, bir gün doğru kişi mutlaka görecektir. Mümkün oldukça çok mecra ile paylaşsınlar, gerekirse bunu yıllarca yapsınlar diyebilirim.
Masa Dergi’yi 3 kelimeyle özetler misiniz?
Güvenilir, samimi, öğretici.