Haber: Ayşegül Nişli
Mimar Sinan Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Prof. Dr. Kurtul Gülenç, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne konuk oldu. Prof. Dr. Gülenç öğrencilere Frankfurt Okulu hakkında ders verdi ve onların sorularını yanıtladı.
Konuşmasına Frankfurt Okulu’nun belirli bir tür Marksizmden kopuşu temsil ettiğini anlatarak başlayan Prof. Dr. Gülenç, ekolün ilk kuşak temsilcileri olan Max Horkheimer, Theodor Adorno ve Herbert Marcuse’nin iktisadi bir analizden çok kültürel, hukuki ve psikolojik analizlere giriştiğini belirtti. Gülenç, Frankfurt Okulu’nun üzerinde durduğu kavramlardan biri olan kültür endüstrisini açıklayarak “Kültür endüstrisinin aslında insanları kitle haline getirdiği tespitiyle başlıyorlar, bu tespitten bugüne kadar uzanan çözümlemelerle karşılaşıyoruz.” dedi.
Aydınlanmanın Diyalektiği
Adorno ve Horkheimer’ın kaleme aldığı Aydınlanmanın Diyalektiği eserinin sosyal bilimler alanındaki önemine dikkat çeken Prof. Dr. Gülenç, kitabın aydınlanmaya yönelik son derece radikal bir tezi dile getirdiğini söyledi. Bu tezin aydınlanmanın esasında totaliter olduğunu ifade ettiğini belirten Gülenç, kitabın bilimsel faaliyeti, aydınlanmayı ve moderniteyi eleştirdiğini aktardı. Gülenç, “Aydınlanma esasen bilinmez olanı bilinebilir kılma çabasıdır, yani mitsel ve karanlıkta kalanı aydınlığa getirme çabasıdır. Üç temel aydınlanma vardır, kavram olarak, kültürel ve politik bir hareket olarak ve öznellik tarihi olarak aydınlanma. İnsan, bilinmez olanı bilinebilir kılma amacıyla doğayı kontrol altına almaya çalıştı Rönesans’ta, fakat bir süre sonra doğayı kontrol alma çabasının kendisi insanın kendisi üzerinde hakimiyet kurmasına yol açtı, çünkü insan da doğanın bir parçası. Parçası olduğunuz doğayı kontrol altına aldıkça aslında kendi üzerinizde hakimiyet kurmaya başlıyorsunuz. İnsan kendisini tanrı yerine koymaya başladıkça kendisine, doğaya ve topluma ilişkin kontrol mekanizmalarını da derinleştirdi. Son noktada aydınlanmanın kendisi de mite dönüştü, bir özgürleşme projesi olmasına rağmen vardığı nokta totaliterdir.” dedi.
Frankfurt Okulu’nun İkinci Dünya Savaşı sonrası toplum analizinden bahseden Prof. Dr. Gülenç, demokratik liberal devletlerin galibiyetine değinerek “Liberal demokratik devletlerde de faşizmde olan otoriter kültür devam ediyor. İçten içe, kılcal biçimde işleyen otoriter biçimi sürdüren şey kitle kültürüdür. Her şeyi aynılaştıran, şeyleştiren, belirli kalıplara yerleştiren kültür endüstrisidir. Görünüşte İkinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğratılan faşizmin demokrasi şemsiyesi altında farklı bir dolayımlamasıdır bu.” şeklinde konuştu.
Ekolün Günümüzdeki Temsilcisi: Jürgen Habermas
Ardından ekolün günümüzdeki temsilcisi Jürgen Habermas’tan bahseden Prof. Dr. Gülenç, “Habermas’ta moderniteden bütünüyle mi vazgeçeceğiz sorusu vardır. ‘Teknolojiyi, bilimi, üretilen sanatsal yenilikleri, bu ilişki ağlarını askıya mı alacağız?’ diye sorar ve modernite henüz tamamlanmamıştır der. Tıpkı Kant’ın aydınlanma için söylediği gibi.” dedi. Habermas’ın hocaları olan Adorno ve Horhkeimer’dan teorik farklılıkları bulunduğunu belirten Gülenç, “Evet, Adorno ve Horhkeimer haklıdır, modernitenin son derece otoriter, araçsal, ilişkileri yozlaştıran bir tarafı vardır ama başka bir rasyonalite de mevcuttur. Bu rasyonalite özgürleşimi sağlayabilecek iletişimsel akıldır.” ifadelerinde bulundu.
Habermas’ın normatif modelinin ideal bir model olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Gülenç, bu modele bakarak gündelik ilişkilerimizde ortaya çıkan patolojileri ve kusurları eleştirel olarak değerlendirme imkanına sahip olabileceğimizi şu ifadelerle anlattı: “İletişimsel akla dayalı eylemin kendisi bize yeni bir ufuk sunabilir, bize yeni bir özgürleşim imkanı sağlayabilir. Bu model hayata geçirmeye çalışacağımız bir model değildir, zaten hiçbir zaman hayata geçirilemez. Ama bu rasyonel müzakere modeli gündelik hayatta en azından bir değerlendirme ölçütü sunabilecek bir modeldir.”
“Demokratik sistem iletişimsel eylemden geçmektedir.”
“Habermas’a göre yapılması gereken, yaşam dünyasında ortaya çıkan ilişki ağlarını demokratik müzakere siyasetine göre düzenleyebilmektir. Burada karşımıza çıkan en önemli kavram kamusallık, aleniyet ve kamusal alanda ortaya çıkan etkileşimler.” şeklinde konuşan Prof. Dr. Gülenç, etkileşime dayalı yeni bir rasyonalite biçiminin kamusal alanda ortaya çıkabileceğinin altını çizdi. İletişimsel aklın gücüyle demokratik siyaseti mümkün olduğunca örtüştürme gerekliliğinden bahseden Gülenç, bunun için sistem dünyasının, yani bürokrasi, iktidar ve ekonomik ilişkilerin yaşam dünyasını kuşatmasının engellenmesiyle mümkün olabileceğini anlattı. “Mümkün olduğu kadar kamusallığın otoritesini korumak lazım diyor Habermas. Demokratik sistem iletişimsel eylemden geçmektedir. Siyasetin en önemli unsuru sözünüzü söyleyebilmenizdir, bunun da teminatı insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir hukuk sistemidir.” diyen Gülenç, iletişimsel aklın işleyebilmesinin yegane koşulunun insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir sistem olduğunu vurguladı.
Prof. Dr. Gülenç, sözlerini “Adorno ve Horhkeimer haklı, bugün baktığımızda son derece araçsallaşan, tüm ilişkilerin aslında şeyleştiği bir fiiliyatta yaşıyoruz. Ama Habermas en azından bize bir umut olması açısından, rasyonel bir seçenek sunması bakımından, iletişimsel eylem ve müzakereci demokrasi modelini ön plana çıkarıyor. Bu modelde önemli olan yurttaşlık ve kamusallığın hakiki bir hukuk devletinde birleşmesi ve problemlerin diyalog yoluyla çözüme kavuşturulmasıdır.” ifadeleriyle sonlandırdı.