Muhabir: Serranur Şener, Emir Uygur
Fotoğraf: Berk Balcı
İstanbul – (İÜ Haber Merkezi)
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Cezmi Eraslan ile II. Abdülhamid ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş dönemi hakkında söyleşi gerçekleştirildi.
Prof. Dr. Cezmi Eraslan, Çanakkale Cephesi’ni, Osmanlı’nın son dönemlerindeki reform çalışmalarını ve toprak kayıplarını, Atatürk’ün ve II. Abdülhamid’in devlet politikalarına dair görüşlerini aktardı.
“Çanakkale Cephesi dünya siyasetinin şekillenmesini sağlayan bir cephedir”
Çanakkale Savaşı’nın kara ve deniz savaşı olarak ikiye ayrıldığını belirten Cezmi Eraslan, deniz zaferinin 110. yılının 18 Mart’ta kutlandığını vurguladı. Zaferden sonra Çanakkale Cephesi’nin kapanmadığını ve kara savaşlarıyla devam ettiğini ifade etti.

“İhtiyat kuvveti olmasına rağmen emri yerine getirmedi”
Kara savaşının 25 Nisan’da Arıburnu’ndaki çıkarmayla başladığını ifade eden Eraslan, bu safhada Atatürk’ün büyük bir rol oynadığını belirtti. Atatürk’ün başarısının nedenlerinden birinin de Balkan Savaşları sırasında Bolayır’da görevliyken bölgenin coğrafi yapısını öğrenmesi olduğunu dile getirdi.
“Burada 19. Tümen Komutanı olarak görev yapan Yarbay Mustafa Kemal, Alman General Liman Von Sanders’in, düşmanın karaya çıkıp yerleşmesine izin veren stratejisine karşı çıkarak yetkisi olmamasına rağmen hızla harekete geçti ve düşmanın bölgeye yerleşmesini engelledi.” şeklinde aktardı.
“Boğazları müdafaa etmek, İstanbul’u müdafaa etmektir”

Çanakkale Cephesi’nde II. Abdülhamid’in, boğazları savunmanın İstanbul’u savunmak olduğu bilinciyle hareket ettiğini belirten Eraslan, şu ifadeleri kullandı:
“Çanakkale Cephesi’nde düşmana en fazla zarar veren hat 3. hattır. Bu hattın diğer ismi Hamidiye Hattı’dır. Sultan Abdülhamid tarafından yaptırıldığı için bu isimle anılmıştır.”
Sahip olduğu tabyayla öne çıkan bu savunma hattının inşasında dönemin zorluklarını anlatan Eraslan, Sultan’ın bu tabyanın masraflarını taksitlerle ödediğinin altını çizdi.
Osmanlı’da Çağdaşlaşma Çalışmaları

Eraslan, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nı kaybederek yıkıldığını ancak yıkılmadan önce çağdaşlaşmak ve çağı yakalamak için büyük çaba sarf ettiğini belirtti. Özellikle II. Abdülhamid döneminde eğitim, teknoloji ve sağlık alanında birçok önemli çalışma yapıldığını vurguladı.
Osmanlı’da her seviyede kız ve erkek çocukları için okullar açıldığını belirten Eraslan, bu okullardan yetişen yeni neslin aynı sistemi devam ettirmek istemediğini ifade etti. Erarslan konuyla ilgili görüşlerini, “Bir hanedanı öne çıkarmak yerine milleti öne çıkararak, devlet idaresini millete dayandırmak istediler” sözleriyle belirtti.
Osmanlı yönetiminin bileşenlerinden ve yönetim şekillerinden bahseden Eraslan, “Son padişahlardan biri olan Sultan Abdülhamid’in ve Atatürk’ün devlet yönetimi bakımından farklı tarzları ve politikaları olsa da esas olarak ikisinin de devletin bekasını düşünmesi, varılan ortak noktadır” dedi.

“Yapılan reformlarla birlikte kaybedilen toprakları da kabul etmek gerekir”
Sultan II. Abdülhamid her ne kadar reform ve yenilik çalışmalarına önem vermiş olsa da döneminde önemli toprak kayıpları yaşandığını belirten Eraslan, bu durumu şu şekilde açıkladı:
“Tunus’un 1881 yılında, Mısır’ın ise 1882’de kaybedilmesi sürecinde Abdülhamid yok muydu? Vardı tabii ki de. Ancak bu toprakların kaybedilmesi fiilen o dönemde gerçekleşmiş olsa da resmen kabul edilmesi I. Dünya Savaşı sürecinde netleşmiştir.”
II. Abdülhamid’in Meşrutiyet’i getirdiğinin memnuniyetle ifade edildiğini ancak döneminde kaybedilen toprakların sanki onun sorumluluğunda değilmiş gibi gösterilmesinin yanlış olduğunu belirtti ve sözlerini noktaladı.