Söyleşi: Mutlu Bilge
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü, Sinema Anabilim Dalı Başkanı ve Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seçkin Özmen ile editörlüğünü yaptığı ‘’Kültürel Çalışmalar Perspektifinden Toplumsal Cinsiyetin Alımlanması’’ isimli çalışması üzerinden toplumsal cinsiyet, kültür ve medyanın rolünü konuştuk.
Sözlerine kitabın yayınlanış öyküsünden başlayan Prof. Dr. Seçkin Özmen; ‘’Kültürel Çalışmalar Perspektifinden Toplumsal Cinsiyetin Alımlanması isimli çalışmamız, doktora dersimde öğrencilerimle yaptığımız tartışmalarımız sonucunda ortaya çıktı. Sonrasında katılım gösteren akademisyen arkadaşlarımızla zenginleşerek kitap olarak yayımlandı.’’ dedi.
‘’Cinsiyet olgusunu kültürel farklılıklarla birlikte değerlendirmek gerekir’’
‘’Toplumsal cinsiyet konusuna önem verilerek üzerine ciddi çalışmalar yapılması 70’li yıllar itibariyle başlamıştır.’’ diyen Prof. Dr. Seçkin Özmen; ‘’ “Toplumsal cinsiyet’ (gender) erkeklik ve kadınlık arasındaki buna paralel ve toplumsal bakımdan eşitsiz bölünmeyi ifade eder. Kadın ve erkek arasındaki farklılığın biyolojik unsurlar yanında toplumsal ve kültürel olarak inşa edilmesidir. Basit şekliyle toplumsal cinsiyeti kadın-erkek eşitliği çerçevesinde değerlendirmekle beraber cinsiyet olgusunu kültürel farklılıklarla birlikte değerlendirmek gerekir. Bununla birlikte uzun bir süredir toplumsal cinsiyet LGBTİ bireyleri de kapsamaktadır. “Queer Studies” isimli alandaki çalışmalar da toplumsal cinsiyet ana başlığının altında çalışılmaktadır. ‘’ ifadelerini kullandı.
Demokratikleşme ile toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiye de değinen Prof. Dr. Özmen, toplum içinde bireyler arası eşitliğin sağlanmasında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesinin, toplum içinde demokratik bir yapının oluşturulmasında elzem olduğunu belirterek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir insan hakları sorunu olduğunu söyledi.
Toplumsal cinsiyet konusunda medyanın rolü
Toplumsal cinsiyet konusunda medyanın, sorunun çözümünde kolaylaştırıcı mı yoksa işin içinden daha da çıkılmaz bir rol mü oynadığı sorusu üzerine, ‘’Bir toplumda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması toplumun normları ve kurallarıyla ilgili olmakla beraber o norm ve kuralları uygulayan kurumların, aileden devlet otoritesine kadar, eşitsizliğin kaldırılmasına yönelik uygulama ve politikalar geliştirmesi ve uygulamasıyla mümkündür.’’ diyen Özmen; ‘’Dolayısıyla medyanın burada çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Geniş kitlelere ulaşabilmesi ve inşacı bir rolü olması nedeniyle toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik yapacağı uygulamalar büyük önem taşımaktadır. Örneğin; medyada kullanılan dilin cinsiyetçi değil, eşitlikçi olması. Gerek medya içeriklerinde gerekse medya kurumlarında çalışanların eşit konumlarda yer alması gibi.’’ diye cevap verdi.
‘’Kültür, kadın ve erkeğin toplum içindeki konumunun belirlenmesindeki birincil unsurdur denilebilir’’
Toplumsal cinsiyeti, biyolojik cinsiyetten farklı, toplumsal ve kültürel olarak belirlenen ve dolayısıyla içeriği toplumdan topluma olduğu kadar tarihsel olarak da değişebilen “cinsiyet konumu” ya da “cins kimliği” olarak tanımlayan Prof. Dr. Seçkin Özmen; ‘’Kültürün, kadın ve erkeğin toplum içinde ki konumunun belirlenmesinde birincil unsur olduğuna dikkat çekerek,’’ kültürel farklılıklar bazı yerlerde kadının bir meta olarak görülmesini sağlarken, bazı yerlerde kadının güçlü bir konuma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu eşitsizlik dünyanın her yerinde olan bir sorun kültürel farklılıklar kimi kız çocuğunu istenmeyen çocuk ilan ederken kimi toplum için kız ve erkek çocuk arasında bir farklılık bulunmaz. Bu anlamıyla toplumsal cinsiyet yalnızca cinsiyet farklılıklarını belirlemekle kalmaz, aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini de belirtir.’’ şeklinde konuştu.
LGBT bireylerin toplumsal cinsiyet çalışmalarına etkisi konusundaki soruya da cevap veren Özmen, uzunca bir süredir toplumsal cinsiyetin sadece erkek ve kadının toplumsal olarak konumlanmasını içermediğini vurgulayarak; ‘’Patriyarkal hegemonya, sadece kadına karşı işleyen kadını ezmeye çalışan bir önyargı olmaktan öte, zayıf olan, ötekileştirilen bütün bireyleri hedef almaktadır. Buna zayıf olan erkek ve heteroseksüel olmayan bireylerde dahil. Konu burada, toplumsal cinsiyet çalışmalarında “cins kimlikleri” üzerinden yapılan ayrımcılığa karşı durup bireylerin “cins kimlikleri” üzerinden uğradıkları eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır.’’ diye konuştu.
‘’Feminizm toplumsal cinsiyetsiz “kişiliğe” ulaşmayı hedeflemektedir’’
Son olarak feminist hareketlerin toplumsal cinsiyet algısına olumlu ya da olumsuz katkılarına değinen Prof. Dr. Seçkin Özmen; feminist hareketin, erkek ve kadın cinsiyetlerine göre değil, birer birey-kişi olarak değerlendirilmeli savını desteklediğini, kadının erkeğin önünde olması gerektiği gibi agresif olarak değerlendirilen bazı feminist görüşlerle birlikte, feminizmin toplumsal cinsiyetsiz “kişiliğe” ulaşmayı hedeflediğini belirterek, sözlerini, ‘’Ayrımın sadece biyolojik cinsiyette varolduğu, toplumsal olarak eşitliğin varolduğu cinsiyet tesis etmek, feminist teori için önemlidir. Feminizm, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına, toplumsal yaşamda kadınların yaşadığı ezilme ve ikincil konuma itilmelerine karşıt duruşuyla toplumsal cinsiyet eşitliğine destek olmaktadır. Bahsettiğim bazı agresif görüşlerin olumsuz etkisi olabileceğini düşünsek de “toplumsal cinsiyet eşitliği” ifadesinin kabul gördüğünü düşünüyorum.’’ diye tamamladı.