Haber: Dilşa Tekin
İstanbul Üniversitesi Haber Merkezi
Osmanlı saray ve konaklarında kullanılan porselen parçalar, Mısır Çarşısı’nda bulunan Galeri Set Atölyesi’nde aslına sadık kalınarak üretiliyor. Kahve fincanlarının öne çıktığı atölye sürecini, dönemin porselen kültürünü ve kahve geleneğini İstanbul Üniversitesi Haber Merkezi’ne anlatan Tarih Araştırmacısı Uğur Atik, “Kahve, uykuyu kaçırması sebebiyle derviş ve sufiler tarafından benimsendi. Bu acı içecek, dervişlere daha fazla ibadet edebilme şansı sunmasıyla birlikte mistik bir anlam da kazandı” dedi.
Osmanlı’da porselen kültürü, 16. yüzyılda seramik ve çini ile kendini gösterirken 19. yüzyılda başlayan Batılılaşma hareketleri ile form değiştirmiş ve saraylarda kendine geniş bir yer edinmişti. Padişahlar tarafından çokça önemsenen porselen, Abdülmecit ve 2. Abdülhamit’in kurmuş olduğu fabrikalarda üretilmekteydi. Fabrikalar günümüze kadar üretime devam edememiş olsa da Galeri Set, atölyesinde Osmanlı porselen kültürünü yaşatmaya devam ediyor.
Mehdi Sezen’in 1972’de kurmuş olduğu müessese, sarayın porselenlerini Mısır Çarşısı’na taşıyor. Babalarından almış oldukları mirası devam ettiren Mukbil Sezen ve Bülent Sezen atölye ve dükkanın işletmesi ile ilgilenirken Tarih Araştırmacısı Uğur Atik, ürettikleri parçaların tarihi üzerine çalışarak bilgilerini müşterilere aktarıyor. Porselen parçaların bulunduğu dükkanda, kahve fincanlarının öne çıkan parça olmasının yanında gül sahanlığı olarak adlandırılan lokumluk, ramazanın özel parçalarından aşurelikler, akide şekerlikleri ve tatlı hokkası gibi ürünler de bulunuyor.
Ramazan günleri, bayramlar, kız isteme merasimleri gibi birçok önemli günde özel bir yere sahip olan bu porselen parçalar, aslına sadık kalınarak Galeri Set atölyelerinde Bülent Sezen’in emeğiyle üretiliyor. Sultan II. Abdülhamit, Sultan Abdülmecid ve Atatürk’ün kahve fincanlarının da bire bir aslını ürettiklerini dile getiren Atik, Sultan Abdülhamit ve Atatürk’ün kahveye çok düşkün olduklarını da belirtti.
Kanuni dönemindeki Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın, öğrencileri uyanık tutarak daha fazla çalışmalarını amaçlaması sebebiyle kahveyi Osmanlı kültürüne getirdiğini söyleyen Atik, “Kahve, uykuyu kaçırması sebebiyle derviş ve sufiler tarafından benimsendi. Bu acı içecek, dervişlere daha fazla ibadet edebilme şansı sunmasıyla birlikte mistik bir anlam da kazandı” ifadelerine yer verdi.
“Tatlı yiyelim tatlı konuşalım”
Araştırmacı Atik, Osmanlı saraylarında misafir karşılamadan kız istemeye kadar her ritüelin birer anlam barındırdığı söyleyerek bu duruma “Saraydan içeriye teşrif ettiğinizde, sizi kapıda gülbahar sahanlığı ile karşılıyorlar. Üzerindeki gül goncasından mütevellit, sizlere gül kokulu lokum ikram ediliyor. Tatlı yiyelim tatlı konuşalım anlamı da buradan geliyor” şeklinde bir örnek verdi.
“Osmanlı, öyle bir medeniyet ki hayat seremoni şeklinde, ritüellerin işlediği bir havada ilerliyor” diyen Atik, sözlerine şöyle devam etti: “Bu seremonileri kaybetmemizle manayı ıskalamış olduk. Kendi sırtımızı geçmişimize yaslayamazsak bizden sonraki kuşaklara bir köprü vazifesi yapamayız. Biz burada şu anda sema yapıyoruz, bize öğretilenleri bizden sonraki kuşaklara aktarıyoruz. Buraya gelen her misafirimiz, bizden ürün almakla kalmıyorlar, bunların bilgilerini de alıyorlar. Biz de onlara bir şart koşuyoruz, diyoruz ki burada duyduğunuz her şeyi lütfen evlatlarınıza da anlatınız ki kültürümüz kaybolmasın.”
“Türk kahvesinin özünde şeker yoktur”
Türk kahvesinin özünde şeker bulunmadığını önemle vurgulayan Atik, Osmanlı’da şekerin yerini Girit balı ve pekmezin doldurabildiğini fakat asıl olanın, gül sahanlığında sunulan gül lokumunun kahveye eşlik etmesi olduğunu söyledi. Türk kahvesi, kahve çekirdeklerinin kavrularak çekilmesinin ardından bakır cezvelerde pişirilmesiyle diğer kahvelerin yanında kendisine özgü bir yerde konumlanıyor.
Anlam ve Simgeleriyle Kahve Fincanları
16 ve 19. yüzyıl arasında birçok şekle ve renge bürünen fincanların her biri farklı renkle bambaşka bir anlam taşıyor. Kahve fincanlarının sahip olduğu saflık, güç, hilafet, hükümdarlık ve hüzün anlamları Osmanlı’nın yaşamış olduğu süreçleri de yansıtıyor.
Kahve fincanlarının bir yadigarı simgelediğini söyleyen Atik, “Osmanlı’da her kız annesinin bir yükümlülüğü vardır; 6 fincanını, gülbahar sahanlığını ve tepsiyi almak mecburiyetindedir. Görücüler, kızlarını istemeye gelene kadar aile bunu kullanır, sonra bunları kız çocuklarına aile yadigari olarak bırakırlardı” dedi.
“Porselenin ince olması, kahvenin soğumasını engeller”
Birçok farklı şekle bürünen kahve fincanları, Türk kahvesi için her zaman aynı ölçüde üretiliyor. Bunun yanında Türk kahve fincanlarına mahsus özellikleri dile getiren Atik, “Klasik Osmanlı saray fincanının altı geniş, üstü dardır. Bu sayede son yudumu içene kadar köpük dağılmaz. Kulptaki eğim sağlaksanız sağ elinize solaksanız sol elinize oturur. Ayrıca porselenler incedir, bu da kahvenin soğumasını engeller” sözleriyle bu özellikleri aktardı.
Porselen parçalar, yalnızca görünümleri ve anlamlarıyla değil, paketlenme şekli ile de geçmişten izler taşıyor. Müşterilerin seçmiş olduğu parçalar, bir anne, kızına çeyiz hazırlıyormuş gibi özenle sarılarak keselerin içine bırakılıyor. Düğümü de hafif bağlayan Galeri Set sahipleri, bununla tıpkı Osmanlı’daki gibi porselen parçaları alan kişinin zorluk çekmemesini amaçlıyor.