Merve TOKAZ
Geçtiğimiz aylarda Türkiye’de büyük yankı uyandıran Emine Bulut cinayetinin ardından Üsküdar Üniversitesi tarafından 81 ilde 24.494 kişi üzerinden gerçekleştirilen araştırmalar sonucunda Türkiye’nin “Öfke Haritası” çıkartıldı. Sonuçlar git gide daha öfkeli bir topluma dönüştüğümüzü işaret ediyor. Peki neden bu kadar öfkeliyiz? Artan kadın cinayetlerinin altında yatan sebepler neler? Bu ve benzeri birçok soruyu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı Üyesi Doç. Dr. Murat Metinsoy yanıtladı.
Toplumda Artan Bunalım Ve Tahammülsüzlük
Türkiye’de son yıllarda suç oranlarında ciddi bir artış olduğunu dile getiren Doç. Dr. Metinsoy, “Suç oranlarındaki artış Adalet Bakanlığı’nın verileriyle sabit. Özellikle 2009 yılından itibaren suç oranlarında hızlı bir tırmanma görüyoruz. Ülkelerin suç oranlarına göre sıralandığı World Crime Index’e göre, Türkiye 2015’te 147 ülke arasında 101. sırada yer alıyorken, 2019 itibariyle suç oranları artarak 73. sıraya çıkmış durumda. World Peace Index’te en huzurlu ülkelerden en huzursuz ülkelere göre yapılan sıralamada Türkiye 160 ülke arasında 2008 yılında 132. sırada yer alırken, 2016 yılında 145. sıraya geriliyor. Bu ülkemizde yaşanan öfke ve mutsuzluk salgınının en basit göstergesi” dedi.
Bu durumun toplumun tahammülsüzleşmesine zemin hazırladığına dikkat çeken Doç. Dr. Metinsoy, “Farklı kimliklerin ve yaşam biçimlerinin ötekileştirilmesi bizden farklı olana karşı kuşku ve güvensizlik oluşturuyor. Toplumu bir arada tutan bağlar zedeleniyor, birlik ve beraberlik hisleri zayıflıyor. Bu da şiddet, tecavüz ve taciz vakalarına zemin hazırlıyor” ifadelerini kullandı.
“Kırdan Kente Göç ve Ataerkil Söylem”
Türkiye’de suç oranları incelendiğinde ilk sıralarda kadın cinayetleri yer alıyor. Bunun altında yatan en önemli faktörün toplumsal cinsiyet ilişkileri olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Metinsoy, “Genelde muhafazakâr ve ataerkil söylemi olan rejimlerde bu söylemlerin hukuk sistemine, eğitime ve siyasi söylemlere yansımasıyla kadının toplumdaki statüsü daha da geriliyor. Bu durum kadınlar için ekonomik, hukuksal ve yasal anlamda zemin kaybı demek” ifadelerini kullandı. Bu zemin kaybının yaşanmasındaki bir diğer faktörün ise Türkiye’nin 30 yılda geçirdiği sosyolojik değişime bağlı olarak yaygınlaşan, ataerkil söylemler olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Metinsoy, “Kırsal yapının çözülmesiyle, kırdan kente yaşanan göçler kır kültürü ile kent kültürü arasında sıkışmış ataerkil dozu yüksek bir kültür doğurdu. Bir anlamda kentin seküler ve rasyonel ilişkilere dayanan kültürüyle, kırın muhafazakâr ve ataerkil kültürü yan yana yaşadı,” diyerek iki kültür arasındaki farkın toplumda ciddi çatışmalara yol açtığını belirtti.
“Kadınların Rekabeti”
Türkiye’de özellikle Cumhuriyet Dönemi’nde Atatürk devrimleri ile birlikte kadın haklarında önemli gelişmeler kaydedildiğini vurgulayan Doç. Dr. Metinsoy, “Kadınlar bu dönemden itibaren yeni yeni haklar kazandılar; kamusal alana çıkmaya ve iş yaşamına girmeye başladılar. Kadınların iş yaşamında aktif olmaları, haklarının bilincine varmaları, erkeklerin ve muhafazakâr kesimlerin reaksiyon vermesine ve bu hakların toplumun bazı kesimleri tarafından eleştirilmesine sebep oldu. Bu eleştirilerin altında yatan nedenlere baktığımızda yalnızca dinsel ve kültürel faktörlerin etkili olmadığını görüyoruz. Özellikle erken Cumhuriyet yıllarından itibaren erkekler kadınları kimi zaman emek piyasasında rakip olarak algılıyorlar. Yine günümüzün işsizliğe yol açan neoliberal politikaların yarattığı işsizliğin aileleri ve kadın-erkek ilişkilerini zedelemesi olarak sıralayabiliriz” ifadelerini kullandı.
“Türkiye’nin Kapsamlı Reformlara İhtiyacı Var”
Doç. Dr. Metinsoy, Türkiye’de yaşanan bu sorunların çözümüne ilişkinse şu açıklamalarda bulundu: “Türkiye’de farklı alanlarda, kapsamlı reformlara ihtiyacımız var. Hep kadınların eğitilmesinden söz edilir. Kuşkusuz kadınların eğitim hakkı çok önemli. Fakat, kadın hakları ve cinsiyet eşitliği konusunda öncelikle erkeklerin eğitilmesi gerekiyor” dedi. Reformlar noktasında özellikle siyasilere büyük sorumluluklar düştüğünü belirten Doç. Dr. Metinsoy, “Siyasetin dili daha kucaklayıcı ve çoğulcu bir yapıya dönüştürülmeli. Hukuk sistemi farklı kimliklerin kabulüne ve tabii ki cinsiyet eşitliğine dayalı bir hale getirilmeli. Farklı yaşam tarzlarını ötekileştirmeyen, çoğulcu bir eğitim ve kültür politikasına ihtiyaç var. Ekonominin geleceği hesaplayarak ve üreticiliği destekleyecek şekilde planlanması lazım. Son olarak eğitimin daha rasyonel, kadınları da istihdam sürecine dahil edecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor” diyerek, bu şartlar sağlanmadığı takdirde Türkiye’deki mutsuzluk ve öfke salgının önüne geçilemeyeceğinin altını çizdi.