Hande Nur OCAK
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi tarafından düzenlenen Dârülfünûn derslerinin 9’ncusunda Prof. Dr. Mahir Aydın, Prof. Dr. Vahdettin Engin, Doç. Dr. Metin Ünver ile Spor Spikeri ve yorumcusu Okay Karacan, 19. yüzyılda futbolun Osmanlı topraklarına gelişini ve nasıl geliştiğini konuştu. Prof. Dr. Mahir Aydın, “Futbol yalnızca bir ayak oyunu değildir. Futbol bugün kitleleri etkileyen ortak paylaşımlarla ortak duygularla, ortak heyecanlarla adeta bir gönül coşkusudur” dedi.
“Her Defasında Futbola Bir Kez Daha Âşık Oldum”
16 yy’dan 20.yy’a Türk – İngiliz ticari ilişkilerinin futbola olan etkisi ve sonuçları üzerine yaptığı çalışmalar üzerine konuşmasına başlayan Okay Karacan, dünyada ve Türkiye’de futbolun hangi ihtiyaçlardan ve gelişmelerden sonra ortaya çıktığı konusunda bilgilerini paylaştı. Sözlerine Darülfünûn 150. kuruluş yıl dönümünü kutlayarak başlayan Karacan, “Futbolla alakalı yüzlerce kitap okudum, futbol maçı anlattım ve yine futbolla alakalı yüzlerce hikâyenin yayınını da yaptım. Her defasında futbola bir kez daha âşık oldum. Tabi işin biraz daha tarihine bunların nasıl oluştuğuna dönmek lazım. Futbol oyunu nasıl icat edildi, nasıl bu kadar kitlelere mâl oldu, nasıl dünyada milyarlarca dolarlık bir endüstri haline geldi diye düşününce binlerce yıl öncesine kadar gidebiliyorsunuz” dedi.Meksika, Güney Amerika ve Çin’de futbolun bir benzerinin oynandığına ve eski Türklerde “Tepük” adı verilen yuvarlak bir cismin tepiklenerek oynandığına dair bulgulara ulaşıldığını söyleyen Karacan, futbolun Victoria döneminde zirveye çıktığını fakat bizimle olan ilişkisinin I. Elizabeth çağında olduğunu anlattı. Karacan, “ I. Elizabeth döneminde çok enteresan özellikler yakaladım. Elizabeth döneminde İngiltere’ye Amerika’dan patates geliyor, domates, tütün, çikolata, kakao geliyor. Çok iyi dostları var Elizabeth’in ve bu dostlar sayesinde İngiltere’ye, okyanusun öbür tarafındaki tarımsal ne kadar ürün varsa ulaşıyor. Elizabeth döneminde bir zenginleşme başlıyor” diyerek “Elizabeth döneminde bizimle ilgili yakaladığım nokta şu: I. Elizabeth 1579’da III. Murat’a bir mektup yolluyor ve diyor ki size üç tane İngiliz vatandaşı göndermek istiyorum. Onların ülkenizde ticaret yapmasını, öğrenmesini istiyorum ve sizin müsaadenizi istiyorum. Tabi III. Murat’ta bunu kabul ediyor ve üç İngiliz Türkiye’ye geliyor” dedi.
Avrupa’da Kırmızı Renk Bir Statü Sembolü
15 Mart 1579 tarihinde üç İngiliz vatandaşının Osmanlıda ticaret yapma iznini aldığını belirten Karacan, sözlerine şöyle devam etti: “I. Elizabeth gönderdiği üç İngiliz’den şunları istiyor: dokumada kullanılan boyama, malzeme ve tekniklerinin tümünün öğrenilip İngiltere’ye getirilmesi, kumaşların nasıl yapıldığı, İngiliz yerli dokuma mallarının Osmanlıdaki piyasa değeri, Cezayir ve Tunus için üretilen feslerin İstanbul’da ve İzmir’de satılmasını denemek ayrıca Norveç ipliğinden ürettikleri çoraplar için Osmanlıda bir Pazar bulunması. I. Elizabeth aslında ne fesleri nede çorapları satmak istiyor, amaçları Türklerin boyama meselesi. Nasıl boyadıklarını, bu dokumayı nasıl yaptıklarını öğrenmek aslında. Çünkü o dönem Osmanlı İmparatorluğunun şöyle bir özelliği var, boyama ve dokuma konusunda dünyanın en iyisi. Özellikle, Edirne, Teselya, İzmir, Diyarbakır ve Bursa’da dokuma ve boyama konusunda müthiş bir teknik gelişim var. O dönemin seyyahlarının İstanbul’la ilgili anlattıklarına bakacak olursak rengârenk bir cümbüşten bahsediyorlar. Rengârenk solmamış uzun süre giyilebilecek kıyafetler yani sağlam kıyafetler. Aynı zamanda Avrupa tabir edilirken de şöyle deniliyor: ‘Avrupa’da herhangi bir başkente gittiğiniz zaman sadece gri renk görebiliyorsunuz.’ Bunun nedeni oradaki boyamalarla üretilen kumaşları giyen insanlar sokakta bir süre dolaştıktan sonra güneşle birlikte renkler attığı için hepsi aynı insanmış gibi gözüküyor.”
Avrupa’da kırmızı rengin giyilmesinin bir statü sembolü olduğunu belirten Karacan, bunun nedeni kırmızı rengin o dönem sadece Osmanlı topraklarında yapılıyor olmasına bağladı. “Kırmızı sadece Osmanlı topraklarında yapılıyor. Kırmızıyı batılılar yapsa bile bir süre sonra ilk yıkamada, ikinci yıkamada güneşle karşılaşınca renk kayboluyor. Kırmızı çok cazip ve bu kırmızıyı elde etmek için uğraşıyorlar. O yüzyıldan sonra o üç İngiliz’in, Türkiye’ye girmesinden sonra aslında ben sanayi devrimini Okay Karacan olarak başlatıyorum” diyerek, I. Elizabeth dönemini İngiltere’nin ilk kendini gösterdiği ve yükselmeye başladığı bir dönem olarak gördüğünü dile getirdi ve şöyle devam etti: “Sonraki dönemlerde, Türk – İngiliz ilişkilerinin bir parça Fransızların baskın olmasıyla birlikte yavaşladığı görülüyor fakat İngilizlerin doğu Akdeniz ilişkilerine ilgileri hiç kaybolmuyor. Türkiye’nin futbolu ve kırmızının ilişkisi üzerinde burayı temel alıyorum ben. Yıllar içerisinde İzmir’de ve yöresinde ekonomik ve ticari ilişkilerin oluşacağı günlere doğru ilk adımlar atılıyor. Futbol olayı Victoria çağına denk geliyor. Tabi o dönem 1800’lerin ortasında İngiltere’nin kuzeyinde Lancashire denilen bölgede özellikle pamuklu dokumaların hızlı artışı, fabrikaların oluşması ve bununla birlikte köylerin kasabaya binlerce insanın yaşadığı bir yerleşim yerlerine dönüşmesi gibi bir durum var.”
“Casuslar Kırmızı Rengin Sahibi Olmak İçin Para Teklif Ediyor”
Futbolu geliştiren olayları ele alan Karacan, ifadelerine şu şekilde devam etti: “Tabi orada özellikle kuzey batı bölgesindeki tekstil imalatçılarının temel sorunlarından birisi hammadde çünkü Amerika’da bir iç savaş var ve bu iç savaş dolayısıyla oradan gelen hammaddelerin önü kesilince otomatik olarak dönüyorlar ve yıllardan beri tanıdıkları Egeye geliyorlar. Egede pamuğun tam ortasında, pamuk üretiminin en iyi olduğu en yakın bölgeye geliyorlar ve burada İngilizler bir takım çalışmalar yapıyorlar” Futbolun geliş hikâyesinin tam da bu noktada başladığını belirten Karacan, “Burada bizim hikâyemiz başlıyor aslında. Dört tane aile var, bu dört aile özellikle Bornova’da, Buca’da İzmir’in merkez alanlarında ve İzmir’in çevresindeki bütün arazilerde ciddi topraklar alıp kendi ticaretlerini yapmaya başlıyorlar. Peki, hikâye oraya nasıl geliyor? Yıllarca bir takım casuslar kırmızı rengin sahibi olmak için Osmanlıya, bilhassa İngilizler çeşitli defalar para teklif ediyorlar. O dönem Osmanlıda o kadar gizli tutuluyor ki bu kırmızı renk için 24 farklı işlemin yapılması gerekiyor. Latincede ‘Rubia’ denilen bir kökten gelen bir boya bu ve boyanın oluşturulması için Osmanlı özellikle Bursa ve civarında tarlalarda sürekli boyalar üretiliyor bilhassa Bursa’daki imalathanelerde, al boyahanelerde özellikle çalışanların hepsi formülün bir parçasına sahip. 100-150 yıl buna kimse sahip olamıyor ama Avrupa’da Türk imgesi kırmızı şıklık, renklilik ve o prestij toplumun yarattığı kültür olarak algılanıyor. Yani bizi sevmeseler bile yarattığımız bu kültürden faydalanıyorlar” dedi.
“1800’lerde Osmanlıya gelip ticaret yapmalarıyla birlikte tabi onlar için gümrük vergisinin kalkması, iç ticaretin yabancılara açılması ve Türk motifli İngiliz ürünlerinin %30 daha ucuzlaması Osmanlı loca sisteminde tekstilcilerin tamamen iflas etmesini yaratıyor. İngiliz futbol kulüplerine baktığınız zaman mesela Blackburn, tarihin en eski kulüplerinden birisi ve onların kırmızı bir logosu vardır” diyen Karacan, “Teselya ‘dan en sonunda iki kişiyi Fransızlar kaçırıyorlar ve Fransa’ya götürüyorlar. Burada fabrikalar kuruyorlar ve kırmızıyı üretmeye başlıyorlar. Ardından İngilizler İskoçya’ya götürüyor. Fakat İskoçlar bunu beceremiyor, Manchester’a gidiyorlar ve burada üretmeye başlıyorlar. Belçika, Hollanda, Avrupa’nın her tarafında kırmızı üretmek için çalışıyorlar ama her türlü cabaya karşı bir türlü tutturamıyorlar. Türk kırmızısı revaçta tabi hala Türkiye’de en iyisi yapılıyor. Bir süre sonra yanılmıyorsam Almanların sentetik olarak üretmeleriyle birlikte işin şekli değişiyor. Çünkü artık daha az maliyetli olduğu için onlar sentetik olarak üretmeye başlıyorlar ve devri kapanıyor” dedi.
İngiliz endüstri devriminin dokuma tezgâhlarında ve dokumacılığın gelişmesinin temelinde boyacılığın olduğunu söyleyen Karacan, bu devrimin güçlü olmasındaki nedenin Türk Kırmızısı olduğunu dile getirdi. Karacan, “Bugün İskoçya’da üç tane o dönemde yapılmış fabrika Türk Kırmızısıyla üretilmiş ürünleri sergiliyor. O dönem Amerika’ya giden gemiler Amerika’da bugün kovboyların kullandıkları şallardan tutun Amerikan bayrağına kadar hepsinin kırmızıyla boyanmasını sağlayacak teknolojiyi oraya götürüyorlar ve o İngilizler bir süre sonra ticaretlerini daha da güçlendirmek İzmir’de tekstil üstlerini kuruyorlar. Çeşitli bölgelere yayılıyorlar ve gelirken de futbolu getiriyorlar yanlarında. Ben hep şunu söylüyorum I. Elizabeth’in pasını, Victoria kafayla sahalarımıza göndererek 1-0 öne geçmiş ama biz bayrağı zaten önceden dikmişiz. Armalarına baktığımız zaman kırmızı rengin ağırlığını görebiliyoruz. Tabi bununla ilgili çok değerli çalışmalar var. Ben İngiliz futbolunu, tekstille birlikte gelişmesini sağlayan en önemli etkenin bu olduğunu görüyorum” dedi.
Futbolun İstanbul’a geliş aşamasıyla ilgili Karacan, “İlk futbol takımı olarak Bereket Jimnastik Kulübü’nün kurulması ya da spor kulübü olarak Galatasaray öğrencilerinin kurduğu futbol kulübü yine Taksim kültürünü, Pera kültürünü yansıtır ama İngilizlerin Osmanlının hiç ilgilenmediği Moda burnuna ve Haydarpaşa çayırında top oynamalarıyla birlikte futbolun girdiğini görüyoruz. Burada tabi Kırım Savaşı için Selimiye kışlasını mesken tutan İngilizlerin orada tenis, çim hokeyi ve benzeri birçok oyun oynamaları, orada futbol oynamalarına dair iddiaların olduğu, Kırım savaşında ölen İngilizlerin Haydarpaşa’ya gömüldüğü o nedenle Haydarpaşa çayırında Moda dan gelenlerin top oynamaya başladıkları da altı doldurularak anlatılması gereken hikâyeler kanımca ve beni heyecanlandıran şeyler. Temel anlamda gördüğüm bu” diyerek sözlerine devam etti.
Uzun Yıllar Kırmızının Formülünü Bulmak İçin Uğraştılar
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı olarak görev yapmış ve daha sonra Galatasaray Lisesi Müdürü olarak tayin edilen Prof. Dr. Vahdettin Engin, sözlerine Türk Kırmızısının değerinden bahsederek başladı. Prof. Dr. Engin, “Türk Kırmızısı hikâyesi çok enteresandır. Türk kırmızısı o kadar değerli ki uzun yılarca o kırmızının peşinden koştular. En güzel kırmızıyı Türkler yapıyor. Uzun yıllar bunun formülünü bulmak için uğraştılar” dedi.
Yabancılar için 19.yy Türkiye’sinin çok rahat bir yer olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Engin, “Kapitülasyon diye bir şey var. Kapitülasyonlarla genel kabul görmüş şekiller Kanuni döneminde verilmiştir. Tabi o dönem devlet güçlü ama kapitülasyonlarda Osmanlı devletinin lehine işledi.19.yy gelince kapitülasyon tam bir bela olmuştur. Çünkü yabancılar tabii içinde İngiliz, İtalyan, Fransız, Rus birçok yabancı gelip İstanbul’da, Selanik’te, İzmir’de Beyrut’ta vs. büyük yerlerde yerleşiyorlar ve ticaret yapıyorlar. Çokta iyi para kazanıyorlar, ticaretini yapıyor para kazanıyor ama hiç vergi vermiyor ve yerli tüccara karşı ciddi bir avantaj kazanmış sağlıyor bu anlamda. Dolayısıyla şimdi İngiliz’siniz Moda semtinde kendinize mekân sağlamışsınız, orada ağırlıklı olarak hep İngilizler var, para kazanıyorsunuz. Tabi ki sportif anlamda kendi aralarında müsabakalar yapıyorlar ve işte bu anlamda futbol, tenis gibi güzel zaman geçirmek için her türlü imkâna sahipler” dedi.
Osmanlı’nın özellikle Tanzimat sonrası Anadolu topraklarına yerleşmelerine ve ticaret yapmalarına olanak tanıdığı Avrupalıların genel adı, Levanten’dir. İzmir’in Levantenleri hakkında bilgi veren Prof. Dr. Engin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mesela bir Fransızların, İtalyanların Türkiye’nin futbola girmesi konusunda herhangi bir dâhili yoktur. İngilizler bu anlamda da zaten en çok ticaret yapıp kazananlardan. Özelikle La Fontaine ailesi 1889 yılında İstanbul’a taşınmıştır, bu ailelerin bir kısmı İzmir’de yaşar bir kısmı İstanbul’da yaşar geniş aileler ve dolayısıyla kendi aralarında bir futbol takımı çıkaracak kadarda sayıları yetiyor. Fakat Moda’da tabi ki ilk kulüp onlar değil. Çünkü her ne kadar kendilerinden futbol takımı oluşturabilseler de aslında karşılıklı maç yapmak için yeterli kişi bulamıyorlar o yüzden Rumlar, kısmen Ermenilerde devreye girecek. Dolayısıyla Kadıköy Kulübü dediğimiz zaman Kadıköy Kulübü hem Rumların hem İngilizlerin bir arada olduğu bir kulüptür. Şimdi aslında şöyle bir şey var futbol dediğimiz zaman öncelikle ilk o tarihsel gelişme süreci içerisinde futbol kuralları bugün o bildiğimiz anlamda kurallar olmadan ağırlıklı olarak Ragbi türünde bir oyun oynanıyor. Böyle çayırlarda vs. geniş alan gerektiren yerlerde ve sade kuvvete dayanan bir yönü var bu türün. Giderek o Ragbi türünde futbola yeni kurallar koymak suretiyle şekli biraz daraltıyorlar diyorlar ki bu oyun biraz daha estetikli olsun, daha teknik yönleri olsun, biraz zekâda gerektirsin, çevik olanlar buradan yararlansın ve dolaysıyla Ragbi türünden futbol türüne geçiş günümüze bu şekilde oldu ve kurallar oluşturuldu.”
İngilizlerin Oyunu Türklerin Dikkatini Çekti
İngilizlerin İstanbul’a geldiğinde kendi aralarında Ragbi türünde oyun oynadıklarını belirten Prof. Dr. Engin, o dönemin arşiv belgelerine bakıldığında İngiliz ailelerinin hafta sonları ailecek Haydarpaşa çayırında piknik yaptığını ve hafiyeler tarafından takip edildiğini şöyle anlattı: “Arşiv belgelerine baktığımızda hafta sonları ailecek piknik yerlerine gittiklerini görüyoruz ama muhakkak bir maçta yapılıyor kendi aralarında. Şimdi bunların tabi ki kalabalık bir ortam oluşturmaları II. Abdülhamid dönemi olduğu için padişah bundan pek hoşlanmıyor, insanların kalabalık bir şekilde birtakım yerlerde bulunmaları. Dolaysıyla bunların hareketleri hep takip edilir ve arşivde bu anlamda birçok belge mevcut. İşte İngilizler 2-3 kişilik aile olarak bugün çayıra geldiler, eğlendiler daha sonra o dönem futbol oyununa ‘Lübiyat’ adı verilirdi, işte top oynadılar, kendilerine göre kale delikleri yaptılar ve asayişi bozmadan evlerine döndüler gibi. Bu tarz İngilizlerin oyunları bizim Türklerin dikkatini çekmemesi de mümkün değil tabi ki. Dolayısıyla önce ne yapıyor bu adamlardan giderek bizde oynayalıma dönüşüyor olay. Nitekim Galatasaraylılar yani Mekteb-i Sultaniler her yerde olur genellikle. Onlar mesela hafta sonu tatiline çıktıklarında gözlemliyor ve orada Türkler tarafından en azından futbol oynanmaya başlanması bu anlamda Galatasaray Lisesinin büyük bahçe olarak mektebin hemen yanındaki yer futbol sahası olarak kullanılmasıyla başlıyor. Topu ilk alan havaya doğru vuruyor tabi top inerken yüzlerce kişi hücum ediyor. Kim kaparsa oda tekrar havaya atıyor ve bu şekilde birbiriyle çarpışan yaralananlar oluyor camlar kırılıyor, kuralsız bir şekilde aslında oynanmaya başlanıyor”
“Futbol Yalnızca Bir Ayak Oyunu Değildir”
Prof. Dr. Vahdettin Engin’in ardından İÜ Edebiyat Fakültesi Yakınçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mahir Aydın, söz aldı. “Güzel bir söz var ‘Gerçeği gülümseyerek söyleyiniz’ diye bende gerçeği gülümseyerek söylüyorum ki konu futbol olduğu zaman işler başkalaşıyor, insanlar ömürleri boyunca birçok şeyi değiştiriyorlar ama tuttukları takımı değiştirmiyorlar” dedi. Prof. Dr. Aydın, “İlk kurulan kulübümüz olan Beşiktaş’ımızın o “j” harfindeki jimnastiğe dönmek istiyorum. Jimnastik bugün sandığımız gibi olimpiyatlarda çok çeşitli dalları olabilen biçimde değil. Çıkış noktası ve ana yurdu İsveç’tir” dedi. Jimnastiğin özellikle sömürge imparatorlularında büyük devlet olmanın bir gereği olduğunu söyleyen Prof. Dr. Aydın, “Doğal olarak sömürgelerine, ana vatandan uzak binlerce kilometrelerce uzaklıktaki topraklara gönderdikleri askerler, yöneticiler ve memurlarına sıcağa, susuzluğa, açlığa, yorgunluğa ve her şeye karşı dirençli olması için jimnastik uygulamasına girdiler. Ayrıca bu jimnastik konusu bizim Harbiye Mektebinde uygulanmaya başlanmıştır ve hatta öğretmen okullarında jimnastik çok yaygın bir hale gelecektir” dedi. Prof. Dr. Aydın, “Bana göre takım tutmak asla bir rastlantı değildir. Futbol yalnızca bir ayak oyunu değildir. Futbol bugün kitleleri etkileyen ortak paylaşımlarla ortak duygularla, ortak heyecanlarla adeta bir gönül coşkusudur” dedi.
Dârülfünûn derslerinin 9’ncusunda İngiliz Oyunu – Türk Kırmızısının (Türk Futboluna Giriş) konuşulduğu program Doç. Dr. Metin Ünver moderatörlüğünde, Prof. Dr. Mahir Aydın, Prof. Dr. Vahdettin Engin ile Spor Spikeri ve yorumcusu Okay Karacan’ın konuşmalarıyla devam etti. Programın kapanışında İÜ Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hayati Develi katıldı. Prof. Dr. Develi, “Bir kültür geldiği zaman beraberinde dilini de getiriyor” diyerek konuya dilbilim açısından bakarak buna ilişkin değerlendirmelerinde bulundu. Program futbol tarihine dair ayrıntılı analizlerin yapılmasıyla sona erdi.