Haber: Mahmut Enes AĞCA
İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından Dr. Öğretim Üyesi Hülya Semiz Türkoğlu moderatörlüğünde düzenlenen Güz Webinar Serisi’nin kapanış konuşmasında Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feyzan Göher, Türk Kültüründe Kadın konulu kapanış konuşmasını gerçekleştirdi.
Türk kültüründe kadın konusunun, Türk tarihi kadar derin, Türk kültür coğrafyası kadar geniş bir konu olduğunu ifade eden Prof. Dr. Göher, “Orta Asya bozkırlarında şekillenen Türk kadın kimliğinden tutun Selçuklu ve Osmanlıda kadının konumu, Türkiye Cumhuriyeti ile kazanılan haklardan günümüzde kadının konumuna değin oldukça geniş bir yelpazede ele alınması gereken bir konu olduğunu” belirtti.
“Türk Toplumlarında Kadının Saygın Bir Konumu Vardır”
Türk kültür yapısının dünyadaki çoğu medeniyet gibi ataerkil yapısıyla bilindiğini aktaran Prof. Dr. Göher, “Özkul Çobanoğlu gibi bilim insanları, mağara duvar resimleri ve devam eden kültleri göz önünde bulundurarak, Türk kültürünü ortaya çıkaran etnogenezin en eski formunun anaerkil bir yapıya sahip olduğunu ve devamında bunun değişim geçirerek nadir bulunan bir kadın erkek eşitliğini dönüşmüş olacağını söyler” dedi.
“Türklerde temelde bir ataerkil yapı görmekle birlikte, ilk başlardaki ataerkillik iddialarını aklımızda bulundurmamız gerekiyor. Türklerdeki ataerkillik, pederşahi yerine pederi olarak adlandırılan türdendir. Yani İran ya da Roma medeniyetinde olduğu gibi erkeğin mutlak bir hakimiyeti söz konusu değildir” şeklinde sözlerini sürdürdü.
Prof. Dr. Göher, eski Türk medeniyetinde kadının önemli hakları, toplum içinde saygın bir konumu olduğunu dile getirirken, Çin kaynaklarında defalarca zikredildiği üzere, Kağanın savaşta olması gibi durumlarda sık sık katunlar, yani hatunların devletin idaresini üzerlerine aldıklarını kaydetti. Buradaki yönetimi biçiminin perde arkası bir yönetim olmadığını; hukukla, kanunla ve açık bir biçimde kadının idaresi söz konusu olduğunun altını çizdi.
Türk toplumundaki kadının konumunun yalnızca hatunlar ile sınırlı olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Göher, “Tıpkı hükümdar olmadığında Hatunun ya da kağanın annesinin devleti idare etme hakkı olduğu gibi sosyal yaşantıda kadınlar, aile reisinin olmadığı durumlarda evin ve hizmetkarların idaresini üzerine aldıklarını” söyledi. Aile ocağında, iç görevi yürüten kadın, ocağın başı olan erkeğe karşı sorumlu olmakla birlikte, hak ve yetkiler açısından eşit özelliklere sahip olduklarını vurguladı.
“Türk Kadınları, Çağdaşlarının Ötesinde Haklara Sahipti”
Türk tarihinde, kadının o dönemki çağdaşları Çin, Hindistan veya Arap dünyasının tersine kadınların hiç aşağılanmadıkları görünmektedir.” Tespitinde bulunan Prof. Dr. Göher, “Yakın döneme değin Arap toplumlarında kadınların haklarından söz etmek dahi imkansızdır. Bir erkek istediği kadar kadınla evlenebilir. Roma döneminde de erkek, eşini istediği zaman öldürebilir, satabilir, istediği zaman boşayabilir. Hintlilerde kadın evlendiğinde vesayeti kocasının üzerine olurdu. Kocası öldüğünde oğulları veya erkek kardeşleri vesayeti üstlenmediği durumlarda kadın da öldürülerek kocasının yanına gömülürdü. Türk kültüründe ise bırakın boşandığında ortada kalmayı, kadının kendisinin boşanma hakkına sahiptir” sözleriyle Türk toplumundaki kadınların çağdaş medeniyetlerdeki kadınlardan çok ileri seviyede hak ve özgürlüklere sahip olduğuna değindi.
“Boşanabilme Türk Kadınlarına Özgü Bir Ayrıcalıktır”
“Türk kültüründe, ailede ölüm ve boşanma durumlarında geride kalan ya da ayrılan kadın, tekrar evlenebilmekteydi. Böyle durumlarda hem erkeğin hem de kadının çocukları yeni aileye dahil olmaktaydı” şeklinde konuşmasını sürdüren Prof. Dr. Göher, “Boşanabilme, Türk kadınına özgü bir ayrıcalıktır. Günümüzde oldukça normal gibi görünebilir. Sık yapılan hatalardan biri anakronizm hatasına düşmektir. Yani, günümüzün şartlarıyla geçmişi değerlendirmek” dedi.
“Türk Kadınları Modaya Yön Verirdi”
Türk kadınlarının giymiş olduğu elbiseler, o dönem farklı toplumlarda moda haline geldiğini ifade eden Prof. Dr. Göher, Hazar Prensesi Çiçek’in VII. Yüzyılda, Bizans sarayında giydiği Türk tipi elbisenin moda akımı oluşturduğunu, benzer biçimde Uygur kadınları ve Köktürk kadınlarının kıyafetleri Çin’de taklit edildiğini aktardı.
Prof. Dr. Göher, “Arp, Türklerde kadınla özdeşleştirilmiş çalgılardan bir tanesidir. Osmanlı dönemindeki minyatürlere baktığımızda da yine çengin kadınlar tarafından icra edildiğini, Selçuklu seramiklerine baktığımızda da yine çengin kadınlar tarafından icra edildiğini görmekteyiz. Selçuklularda erkeğin, kadına serenat yaptığını da görmekteyiz. Bu dönemde diğer medeniyetlerde kadının adı dahi yer almıyor” şeklinde konuşmasını sürdürdü.
Çin kaynakları Uygur döneminde, askeri müzik dışında farklı müzik türleri ve müzik grupları olduğunu belirtiyor. Bunlar, kendi içlerinde halka konserler verdiği gibi, Çin ve İran’ a da giderek konserler sunmuştur. Dinleyicilerin çok eğlendiği, ruhlara ve gönüllere ferahlık verdiği, temsillerde kadın ve erkek sanatçıların bir arada yer aldığı yine Çin kaynaklarında belirtiliyor.
Uygurlarda da tek eşliliğe önem verilmiş, gayri meşru ilişkiler hoş karşılanmamıştır. Hatta bu durum Turfan harabelerinde bulunan bir Uygur türküsünde de dile getiriliyor.
Türk kültüründe kadının konumunun çağdaşı olan diğer medeniyetlere oldukça farklı geldiğini aktaran Prof. Dr. Göher, İbn-i Fadlan’ın şaşkınlığını şu sözlerle aktardı: “Abbasi halifesi tarafından itil Bulgar Hanı İlteber Almış Han’a gönderilen heyet içerisinde İbn-i Fadlan da yer alıyor. Bu heyeti kabul ederken hükümdarın yanında eşinin de yer alması, İbn-i Fadlan’aa çok garip geliyor. Çünkü, Arap dünyasında böyle bir şey söz konusu dahi olamaz. Hatunun, hakanın yanında oturduğunu, hediyelerin hatuna da sunulduğunu ve halkın huzurunda hatuna hilat giydirildiğini hayret içerisinde ve garipseyerek anlatıyor. Oysaki bu Türkler için yüzyıllardır devam eden bir durum. Cesareti, asaleti ve zekasıyla kazan hanlığında saygıyla anılan Sündüke, Uygur Sultanı İpar Dilşad Hatun, zorlu Arap coğrafyasında memlukleri yöneten Şecerüddür, devlet idare ediyor. Kutluk Türk devletini yöneten Türkan hatun, Delhi Türk devletini yöneten Raziye Begüm Sultan, tarihe adlarını yazdırmış Türk kadın sultanlar arasında.”
“Türk Töresine Göre Kadının İtilip Kakılması Mümkün Değildir”
“Türk kadını tarihte asalet, mertlik, cesaret, savaşçılık, zekâ, güzellik özellikleriyle anılıyor. Bunun Türk destanlarına da yansıdığını görüyoruz. Destanlar doğrudan bir tarihi belge olarak kabul edilmezler. Ancak, ait oldukları kültüre ait birçok ipucu barındırırlar. Hem Türk tarihinde hem de kültür araştırmalarında destanları dolaylı belgeler olarak kabul ederiz. İçlerindeki doğaüstü anlatımları eleyerek, göçler, savaşlar, toplumsal yapı gibi konularda, biz destanlara danıştıklarını” ifadelerini kullanan Prof. Dr. Göher, “Türk destanlarında, Türk kadınlarına verilen önemin, onun sosyal konumunu gösteren pek çok örnekle doludur. Kadına kutsallık katan Türk töresine göre, dövülmesi, horlanması veya itilip kakılması mümkün değildir” ifadesinin altını çizdi.
Türk destanlarında kadının daima erkeğin yanında, onların güç ve ilham kaynağı olduğunu belirten Prof. Dr. Göher, “Kahramanın yanında savaşan, iyi atan binen, iyi savaşan kadın figürlerine Türk destanlarında ve Türk hikayelerinde sıklıkla rastlıyoruz. Dede korkut hikâyelerinde yer alan Bamsı Beyrek’teki Banu Çiçek bunun en güzel örneklerinden biridir. Kara Kırgızlardan derlenen manas varyantında kadın evin koruyucusu olarak ifade ediliyor. Türk destanlarında kahramanların hata yaptıkları dönemde kurtarıcıları hep Türk kadınları olmuştur. Ve destanlarda kadınların sözünün dinlenmediği yerde kahramanların başına hep kötü şeyler gelmiştir. Burada da tırnak içinde destanlarımızı okuyun, diyor ki kadınların sözünün dinlenmediği yerde kahramanların başına kötü şeyler gelmiştir. Gerek battal gazi gerekse manas, Köroğlu gibi destanlarda erkek gibi silah kullanan güreşen kadınlara rastlıyoruz” şeklinde açıklamalarını sürdürdü.
Son bölümde, Türk müzik kültüründeki kadın kamlara değinen Prof. Dr. Göher, katılımcıların soruları yanıtlayarak konuşmasını tamamladı.