Haber: Beyza Nur YILMAZ
Uluslararası düzeyde gazetecilik yapan ve hikayesi oldukça ilginç hatta sıradışı diyebileceğimiz bir isim bu hafta konuğumuz: Siyamend Kaçmaz. Öğretmen olarak başladığı profesyonel iş hayatına Rusya’da ilk Türkçe gazeteyi çıkaran, çocukluğunda televizyonda izlediği Gorbaçov ile röportaj yapan bir gazeteci olarak devam eden Kaçmaz, kariyerinin başlangıcını ve önemli dönüm noktalarını anlattı.
Öğretmenlikten istifa edip Rusya’ya giderek bir haber ajansının yurtdışı temsilcisi olarak çalışmaya başlıyorsunuz. Yalnızca bu kısmı düşününce dahi çok sıra dışı bir kariyer çizgisinden söz etmek mümkün. Öğretmenlikten istifa ederek gazeteciliğe başlama süreci nasıl gelişti?
Öğretmenlik baba mesleğimdi. Ailemizin neredeyse tamamı öğretmendi. Ben de üniversiteyi bitirdikten sonra kısa bir süreliğine öğretmenlik yapmak istemiştim. İdealist bir insandım. Ortaokulu bitirinceye kadar hep öğretmen sıkıntısı çekmiştik. Öğretmen bir aileden gelince de üzerime düşen bir görev olarak benimseyip öğretmenliğe başvurmuştum. Hatta öğretmenliğe başvurduğumda da o kadar gençtim ki öğrencilerim i̇le yaşıt gibi gözüküyordum. Hatta çok iyi hatırlarım biraz daha yaşlı gözükebilmek için merceksiz gözlük takmıştım. Amacım sadece bir süreliğine hizmet etmekti ve neticesinde üç yıllık bir öğretmenlik sürecinden sonra istifa ettim. Emekli öğretmen olan babam o süreçte benimle uzun bir süre konuşmadı. Fakat sonrasında tekrar üniversite okuyup gazetecilik bölümünü bitirdim. Gazetecilik yapmaya başladıktan sonra ve beni ana haberlerde bağlantılarda gördükten sonra aramız düzelmişti. Hayat çizgimde gerçekten öğretmenlik yapmak gibi bir gayem yoktu. Ben hep dışa açık olarak yetiştirdim kendimi. Bizim dönem için söylüyorum; bir evde kütüphane olması inanılmaz bir zenginlikti ve bizim evimizde kütüphane vardı. Babamın öğretmenlik yaptığı yerler küçük kasabalardı ve o dönemlerde televizyonda tek kanal varken bulunduğum yer bana dar geliyordu. Arkadaşlarım ile yaptığım etkinlikler bana yetersiz ve tekrar geliyordu. O zaman kendimi ansiklopedilerin içerisinde buluyordum. Sürekli kitapları karıştırarak farklı şeyler öğreniyordum. Ortaokulu bitirdiğimde dünya klasiklerinin neredeyse yarısını okumuş seviyeye gelmiştim. Bunun gazeteciliğe başladıktan sonra çok faydasını gördüm. Çünkü herkesin yavaş yavaş ilerlediği basamakları ben çok hızlı bir şekilde geçmiştim. Bizim mesleği yapmak isteyenlerin altın anahtarı okumak. İçeriği ne olursa olsun mutlaka her şeyi okumak gerekiyor. Ayrıca bir tane yabancı dil ve orta seviyenin üzerinde bilgisayar bilgisi şart.
“Bu Mesleği Yapabilmek İçin Sahada Olmalısınız”
Rusya’da yayın yapan ilk ve tek Türkçe gazete olan Gazetem’i kurdunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı ve nasıl uyguladınız?
Gazeteciliğe içimde biriken bilgi havuzunu paylaşmak gayesi ile başladım. İnsanlara bildiklerimi anlatmak, hayatlarını kolaylaştırmak istiyordum. İlk okuduğum Gazi Üniversitesi’nde grafik tasarım mezunu olduğum için çevreye iyi bakma özelliğine kazanmıştım. Bulunduğum ortamda kimsenin göremediğini görmek, konuşulanı unutmamak gibi bir özelliğim var. Rusya’ya geldiğimde buradaki insanların iletişim ağının eksik olduğunu gördüm. Aklıma bir gazete kurma fikri geldi. Ama önce online bir gazete düşündüm. Grafik tasarım eğitimi aldığım için internetten gazete görüntüsünde ama tıklandığında büyüyüp okuyabileceğiniz bir gazete tasarımı çıkarttım. O dönemler için büyük bir şeydi bu. Basılı gazetelerin 100 bin üzerinde sattığı hatta milyona dayanan tirajlarının olduğu bir dönemdi.
Bu dijital gazeteye dokunmak istedi insanlar. Ben de bir Rus matbaası ile konuştum ve gazeteyi tasarlayarak basma kararı aldım. İlk baskı benim için de çok yüksek bir rakamdı. Tam 700 dolar istenmişti hem de 500 adet 8 sayfalık bir gazete için. İlk baskıyı yapıp bedava dağıttık ama gazete tuttu. İnsanlar sahiplendi. İlk iki yıl her işte olduğu gibi sıkıntılı süreçlerle geçti ama sonrasında kendi kişisel becerilerim ve yeteneğim ama her şeyden önce pes etmeyen inatçılığım ile gazete yaşamını sürdürdü. Ama Moskova’da haftada bin kilometre yol yaptığımın altını özellikle çizmek istiyorum. Bu arada Rus bir üniversitede gazetecilik yüksek lisansı yaptım. Çalışırken çok fazla okula gitme ihtiyacı duymadan iki yılda bitirdim.
Bir başarı hikâyesi yazdım ama çevremdeki herkes beni Avrupa’da bir yere gidecek diye beklerken ben zor bir coğrafya olan Rusya’da buldum kendimi. Tabi benden önce sokaklarda bu kadar gezen Ruslar ile diyalog kuran başka gazeteci olmayınca çok hızlı geliştim. Eskiden ofisinde oturarak veya ajanslar üzerinden İngilizce kaynaklardan haberler çevirerek Rusya okunmaya çalışılmıştı. Benim farkım burada ortaya çıktı ve her programa fotoğraf çekmeye gittim. Başlarda Rusça bilmesem de orada neler olup bittiğini anlamak bile yetiyordu.
20 yıllık bir Rusya deneyiminin ardından TRT Spor’da yayınlanan Sporcu Vizesi programına başladınız. Sizi buraya getiren ne oldu? Süreçten söz eder misiniz?
Sporcu Vizesi fikrinden önce yine benzer bir düşüncem vardı. Ben son 10 yıldır Erdoğan-Putin görüşmelerin tamamını takip eden bir gazeteciyim. Yukarıda belirttim ya bir gazetecinin kendisini geliştirmesi için mutlaka uluslararası bir program seçerek takip etmesi gerekiyor. Ben de G20 zirvelerini seçtim. Arjantin’den Çin’e birçok ülkeye gittim. Hiçbir şey yapmazsanız bile bu programlarda aldığınız oksijen dahi bizim meslek için altın tozu niteliğindedir.
Yurt dışında gezerken aklıma başka ülkelere gitmiş ve oralarda üne kavuşmuş ya da ünlü birisi ile evlenmiş vatandaşlarımızın hayatını çekme fikri geldi. İlk bölümü de çektik. Biraz şehir gezintisi biraz o kişinin hayatı ve o ülkedeki düğün ritüellerini içeren bir bölüm oldu. İzleyen çok beğeniyordu. Türkiye’den bir televizyon kanalı ile de anlaştık. Ancak ardından Rusya-Türkiye arasında uçak krizi çıktı. Yeniden gazeteciliğin en yoğun yaşandığı döneme döndüm.
Sonrasında durumlar stabil olunca o dönem Şansal Büyüka ile ortak bir arkadaşımız vardı. Yayın öncesi bir ziyaret edelim dedi. Maç arasıydı sanırım çalıştığı kanalda ayaküstü sohbet ederken “Şansal abi Rusya’da futbola inanılmaz para harcanıyor dünya yıldızları buraya getiriliyor. Bunların ilginç hayat hikayeleri ve kazandıkları paraları nasıl harcıyorlar diye bir program yapsak nasıl olur?” dedim. “Harika olur” dedi. Bana bağlantı adreslerini verdi ve o anda ayrıldık. Moskova’ya döndüğümde oturduğum restorana sık sık Roberto Carlos da geliyordu. Türkiye ortak noktamızdı. Sohbet edip “Senin Moskova’daki hayatını çekelim” dedim. “Tamam olur. Yarın kulüpte görüşelim” dedi. Anzhi Mahaçkale de oynuyordu. Takım Moskova’da antrenmanları yapıyor iç saha maçlarında sadece Mahaçkale’ye gidiyordu. Takımda Eto ve teknik direktör Guus Hiddink vardı. Tam bir proje takımı. Ertesi gün kulübe bir gittim Roberto Carlos yok. Gelmemiş. Öyle bir canım sıkıldı. Projeyi hayata geçirme fikrim de ortadan kalktı.
Bir yandan da çok sayıda futbolcu arkadaşım var. Sohbet ederken onlarla konuk gitsem nasıl olur diye düşündüm. Anında karar verip çekmeye başladım. Çünkü düşünüp karar vermek kolay hayata geçirmek zordur derler. Ben de bunu bildiğim için direkt çekerek başladım. İlk olarak Katar’a Bülent Uygun’un yanına gittim. Çok keyifli bir iş çıktı. Beşiktaş’tan eski oyuncu Tabata vardı orada eğlendik, güzel vakit geçirdik. Bir de bunu çekip insanlara izlettirdik.
Ama bunları yaparken asla kamera öncesi yapmadık. Yani senaryo yok, ezberlenmiş kelime yok. Tamamen spontane ve doğaçlama yaptık.
Tabi insanlar benim olduğum sahneler kesildiği için benim performansımdan çok futbolcuyu görünce eleştirilere de maruz kaldım. Ama programın süresine sadık kalmak adına benden çok odaklandığımız kişi yani futbolcu montajda ön plana çıkarılacak şekilde kullanıldı. Ayrıca futbolcular çok zor insanlar. Dışarıda çok geziyorlar, eğleniyorlar, gününü gün ediyorlar şeklinde yansıtılmak istemiyorlar. Bunu seyirci bilmediği için onu görmeye çalışıyor. Ama bu insanlar profesyonel ve öyle gözükmek istemedikleri için bazen kendi kendilerini dizginliyorlar. Kamera kapanınca çok daha eğlenceli zaman geçiriyoruz. Ama yine de ben tamamen doğaçlama ve günlük hayattaki dilimi kullanarak programı ilerletmeye çalışıyorum. Haberlere bağlanıp haber sunduğum dili kullanmıyorum. Samimiyet izleyene geçsin diye.
Bir eleştiriye çok gülmüştüm hatırlatmadan edemeyeceğim, genç arkadaşlara örnek olsun diye. Sizi eleştiren herkesin eleştirisini dikkate almayın. Sadece işinize konsantre olun. Çünkü eleştiren kişilerin doğruluğu maalesef sosyal medya ile çok şaibeli hale geldi. Bazıları sadece sizin moralinizi bozup işinizi yürütememeniz üzerine yorum yapıyor. Onları görmemek lazım. Örneğin ben şimdi anlatacağım eleştiriye kadar bazen okuyup bir şey alabilir miyim diye bakardım yorumlara sonrasında bıraktım.
Eleştiri şu şekilde: TRT, İngilizce bile bilmeyen bu kişiyi yurt dışına nasıl gönderir? Birincisi gittiğimiz kişiler Türk sporcular ve program baştan sona Türkçe. İngilizce konuşacak hiçbir yer yok. İkincisi ben İngilizce,Rusça dahil 4 dil biliyorum. Yani genç arkadaşlara söylemek istediğim yapmak istedikleri her ne ise o hedeften asla sapmasınlar. Kim ne dedi, kim nasıl düşünür diye başlarsan kendi işini yapamazsın.
Sporcu Vizesi programı ile Avrupa’nın birçok yerinde Ay-yıldızı temsil eden futbolcularla buluşup onları en doğal haliyle ekrana taşıyorsunuz. Bunu genç sporcuların gelişimi açısından nasıl buluyorsunuz?
Programın en güzel kısmı az gezi, az eğlence, az kültür az spor yani biraz fast food yemek gibi. Hem hızlıca şehri görüp hem oradaki spor yaşamını görüp hem de profesyonel olarak yurt dışına çıkma başarısı göstermiş birinin hayatından kesitler var. İzleyen kişiler dikkat etmiştir ben her programda orada yaşayan sporcularımıza “Yerel halkla aranız nasıl? Dil eğitimi alıyor musunuz?” diye soruyorum. Hatta ders aldıklarını gördüğümde oraya ayrı bir pencere açıp ekrana getiriyorum. Gençler bunu görüp kendileri zamanları var iken dil eğitimi alsınlar diye. Eğer hedef yurt dışı ise muhakkak dil şart. Yıllarca ülkemize gelen binlerce yabancı sporcu oldu, tek kelime Türkçe öğrenmeden gittiler. Bizim çocukların orada hayata karıştıklarını görüp büyük keyif alıyorum. Hatta oynadıkları kulüp çalışanlarına Türkçe kelime öğretiklerini bile gördüm.
Sporcu Vizesi programıyla birlikte Avrupa’da birçok spor kulübünü yakından görme fırsatınız oldu. Bunlarla ülkemizi karşılaştırdığınızda son yıllarda Türk sporuna yapılan yatırımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ayrıca bizim sahip olduklarımızla kıyaslansın diye tesisleri de gösteriyoruz. Bizim imkânlarımızın onlardan hiç aşağı kalır yanı yok, hatta üstünde diyebiliriz. Programlarımda özellikle bunu da göstermek istiyorum.
“Gorbaçov Röportajımda Hayatım Film Şeridi Gibi Gözümün Önünden Geçti”
Meslek hayatınıza dair unutulmaz diyebileceğiniz bir anınızı paylaşır mısınız?
Hayatımda en zevk aldığım an Sovyetler Birliği’nin son lideri Mihail Gorbaçov ile karşılaşmak oldu. 1980’li yılların sonuydu, babam öğretmenlik yaptığı yerde siyah beyaz televizyondan haber izliyordu. Haberler bitse de çizgi film başlasa diye can atıyorduk. Tabi o arada siyah beyaz televizyonda haberleri göz ucu ile de olsa izliyorduk. ABD ile SSCB arasında sanırım konvansiyonel silah anlaşması yapılacaktı.
Bir karikatür hatırlıyorum. Bir roketin üzerinde dönemin ABD başkanı Ronald Reagan ve diğerinde ise Gorbaçov vardı. Gorbaçov kafasındaki doğum lekesinden akıllarda kalan bir yüz şekline sahipti. İşte o günlerde birisi bana “bak ilerde bu adam ile karşı karşıya oturacak sohbet edeceksin” deseydi kafayı yemiş fazla hayal kuruyor derdim. Ama o siyah beyaz televizyondaki Gorbaçov 2006’da karşımdaydı. O anda gözümün önünden hayat çizgim siyah beyaz bir şekilde geçti. Çocukluğunda televizyon izleyen beni ve o sırada Gorbaçov’un karşısında oturan beni düşündüm. Hayat çok ilginç…
Dünya liderlerinin hepsinden Maradona’dan tutun da Jennifer Lopez’e kadar yüzlerce dünya yıldızı ile karşılaştım. Hayatımda kimse ile fotoğraf çekme isteğim olmadı. O gün Gorbaçov’a bizim Türkçe gazeteye imza attırdım. O anda saniyede 6 kare fotoğraf çeken makine bir kare çekmedi. Onun, bizim gazeteye imza atarken fotoğrafları olsun istedim. Ama heyecandan çekememiştim.
“Onurlu Bir Mesleğimiz Var ve Donanımlı Olmalısınız”
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerine tavsiyeleriniz neler?
Yukarıda konu içinde birkaç defa değindim ama tekrar etmekte bir sakınca görmüyorum. Mutlaka çok okuyun, mutlaka bir yabancı dile hakim olun ve yaptığınız iş her ne ise keyif alarak ve de arkasında durarak hemen pes etmeden devam edin. Bunun ödülü gerek maddi gerekse manevi olarak kendiliğinden geliyor.
Altını çizmek istediğim bir husus da şu; bizim yaptığımız işi herkes yapamaz. Karşımızdaki kişilerin bize ve mesleğimize saygı duymasını istiyorsanız ona göre davranmalısınız. Magazin gazetecileri ile başlayan ve mesleğimizi ayaklar altına alan davranışlardan mutlaka kaçının. Beni gören futbolcu kardeşlerim çok şaşırıyor. Gerek oturup kalkmam gerek genel kültürüm ile onları etkileyip onların benden bir şey alabileceklerini gösteriyorum. Bazen futbolcu arkadaşlarım ile Türkiye’de gezerken önümüze atlayan genç meslektaşlarımı görüp davranışlarından dolayı yüzüm kızarıyor. O gencecik sporculara sordukları sorular ve işittikleri azara rağmen ısrar edip gülerek devam etmeye çalışmaları gazeteciliğin yerlerde olduğunu göstermeleri çok acı. Siz siz olun kendinizi bu duruma düşürmeyin.
Çok onurlu bir işimiz var. Biz insanların ulaşamadığı kişiler ile ulaşmaya çalışanlar arasında bir köprüyüz. Köprü sağlam olursa bu bilgi trafiği doğru akar. Çürük olursa köprü yıkılır.
Mesleğimiz öyle şöhreti yakalamış birilerinin hadi sunuculuk yapayım ben gazeteciyim dediği bir yapıda maalesef şu an. Bu bana çok acı veriyor. Oysa biz 100 kişi ile aynı yerde aynı programı izlediğimizde bile onların gördüğünden fazlasını görüp ilerisini de analiz edebilme kabiliyetine sahibiz. Eline mikrofon alıp sokaklara atlayan sosyal medyadan binlerce takipçiye ulaşmış düşünmeden soru soran, soru sorduğu kişilerle tartışmadan kaçınmayan hatta kavga eden kişiler ile mesleğimizin aynı cümlede kullanılması bile üzüntü verici.