Haber: Rabia Kabul
Türkiye’nin en verimli topraklarından olan Harran Ovası’nda yaşayan Mustafa Gök’ün öyküsünü anlatacağız bugün. Mustafa aileden kalma çiftçilik mesleğini icra ediyor. Onu diğer meslektaşlarından ayıran önemli bir özelliği var: Farkındalık… Sınıf öğretmeni olma hayallerini çapa ile toprağa işleyen Mustafa, Anadolu’nun dinginliğini ve bilgeliğini genç yaşında kuşanmış bir portre çiziyor.
“Bir tarafta eğitim diğer tarafta durmadan devam eden doğanın döngüsü”
Şanlıurfa’nın Harran Ovası’nda, tarım ve hayvancılıkla geçinen bir ailenin çocuğu olan Mustafa Gök’ün henüz çok genç olmasına rağmen kazandığı olgunluk, yüzüne yansıyor. Güneydoğu’da, tarım döngüsünün içinde yer alan hayatlarda, güneş tepedeyken görünen çocuklar, zorluklar içinde eğitimleri ve tarım döngüsü içinde dengeyi kurmaya çalışıyor.
Altısı kız, üçü erkek dokuz çocuklu bir ailede büyüyen Mustafa Gök, Şanlıurfa’ya bağlı Harran ilçesinde, Bellitaş Mahallesi’nde dünyaya geldi. Yaşamına yine burada devam ediyor. İlköğrenimini köyünde bulunan ilkokulda tamamlarken, yeterli imkânların bulunmaması nedeniyle ortaokulu bağlı olduğu Harran ilçesinde tamamladı. Bugün, evli ve beş çocuk babası olan Mustafa, ailesinden miras kalan çiftçilik mesleğine devam ediyor.

“Hayalim sınıf öğretmeni olmaktı”
Mustafa Gök, hayatının merkezini hayvancılık ve tarımla meşgul olan aile yaşantısından yola çıkarak tanımlıyor. Çocukluğunu, ailesiyle birlikte tarlaya gittiği ve koyun otlattığı günler ile hatırlıyor. Hayatının dönüm noktası ise ilkokul öğretmeni olmuş. “İlkokul öğretmenim çok üzerimize düşerdi.” diyor Gök. Bunu ilerleyen yıllarda fark edebilmiş. “Çocuk aklıyla çok fark etmiyorduk. Bundandır ki hayalim sınıf öğretmeni olmaktı. Çoğu zaman ödevlerimizi koyun otlatırken tarlanın başında yapar ve bir şeyler öğrenmek adına çabalardık. Yine de aksadığı çok olurdu, çünkü hayvancılık ve tarım zor şartlar altında yapılan işlerdi.” diyerek tarım içinde çocuk olmayı anlatıyor Gök.
Çocukluk yıllarında okul ve tarla işleri arasındaki dengeyi nasıl kurdun? Daha doğrusu kurabildin mi?
Maalesef kuramadım, bunu bugün söylerken dahi üzülüyorum. Okuldayken öğrenciydik, evlere dağıldığımızda da üzerimizdeki sorumluluk gereği yaşımızdan büyük davranmak zorundaydık. Tarlada çalışırdık, hayvan güderdik… Zaten okul ile tarla işleri çakışıyordu mevsimsel olarak. Bu dengeyi belki bilinçsizce kurmaya çalışıyorduk ama yeterli olmuyordu. O koşullarda değerlendirdiğinizde belki başarılıydık ama istediğimiz büyük hedefler ve başarılar için çok zorlu şartlar vardı. İlk ve ortaokulu ilçe merkezinde (taşımacılık sistemiyle) bir şekilde bitirdim. Liseye geçtiğimizde taşıma sistemi maalesef yoktu. Yatılı kalmak da aileye hiç yardım etmemek anlamına geliyordu ve bu bizi zor duruma sokacaktı. Yine de liseye yazıldım ancak tarım işleri nedeniyle hep aksatmak zorunda kalıyordum. Nihayetinde liseye devam edemedim ve eğitim hayatım sonlandı. Öğretmen olma hayalim de…
Seçme şansın olsaydı o yılları nasıl yaşamak isterdin?
Daha iyi bir eğitim görmek isterdim. Hayallerimi gerçekleştirebilmek için gerekli imkânları oluştururdum. Daha fazla düşünmedim çünkü kısıtlı, dar bir mekânda yaşıyoruz. Belki şehir içine ihtiyaçlarımız nispetinde gidip geliyoruz ama şehir dışına çok çıkmışlığımız yok, gezmeyi başka yerler görmeyi isterdim. Ve özellikle coğrafyamız adına okuyan çocuklar için daha iyi bir gelecek düşünebilirdim. Herkes imkânları nispetinde bir şeyler yapmaya çalışır. Evet çiftçiyiz ama çiftçinin de çobanın da bilinçli olması gerekiyor. Özellikle günümüz teknolojisinde isteyen, az buçuk düşünebilen bilinç sahibi bir birey dilediği çoğu şeye ulaşabilir. Tabi onun için de iyi bir gelecek neden olmasın?
Harran Ovası’nda genelde pamuk yoğunlukta olduğundan, pamuk zamanındaki anılarını bizlere anlatır mısın?
Çocukluğumuzdan beri güneş doğmadan kalkar tarla yolunu tutardık. Düşünün, otuz beş kırklı dereceleri bulan bir sıcaklığın altında belimize bağladığımız bir çuvala pamuk kozalarını toplardık. Belki benim için en eğlenceli gelen kısmı pamuk çuvalını basmaktı, üzerine çıkıp tepinirdik. Çocukluğumuzda eğlenceli gelirdi. Bir güzel tarafı da o sıcaklık geçtikten sonra akşama doğru gün batımının serinliğinde semaverde demlediğimiz çaydı. Onun tadını hala hiçbir yerde alamıyorum. Belki çalışmaktan sonra eve gidip dinlenmeyi hak etmenin verdiği bir mutluluktu ya da o çaydaki tattı yani bilemiyorum… Böyle kahkahalar atarak anlatacağım bir anım yok açıkçası.

Pamuğun makineli ve makinesiz toplanması arasında bölge insanı açısından ne gibi bir fark var?
Makineyle toplamak bizim için çok büyük bir nimet, büyük kolaylık çiftçi adına, bu olumlu. Ancak asıl mesele olumsuz tarafta başlıyor. Yüz işçinin yapacağı işi makine tek başına yapıyor ve yüz kişi işsiz kalıyor. Sürekli görüyoruz işçi taşıyan minibüslerin devrilmesi, işçilerin çektikleri eziyet vesaire. Yani o yüz işçi dışarıya çalışmaya gidiyor. Evinden barkında ayrılıp kötü ve hijyenik olmayan koşullar altında çalışmak durumunda kalıyor. Ve şöyle ki şehir merkezlerine toplu bir göç olmaya başlıyor. Özellikle büyük şehirlerde farklı yapılaşmayı, altyapıyı, sağlığı ve daha birçok noktayı etkiliyor. Bu durum kültürel uyumsuzluğu ve psikolojik gerginliği tetikliyor.
Genç yaşına rağmen ciddi olayların içinden geçtiğini ve önemli bir tecrübe birikiminin olduğunu biliyorum. Hayatın bir roman olur mu sence?
Günümüzde kime sorsanız benim hayatım yazsam roman olur derdinde ya da öyle pervasızca bu cümle kullanılıyor. Ama bence bir insanın hayatının roman olabilmesi için öncelikle o kişinin romana verdiği değer önemlidir. Romana o değeri vermiş midir ki kendi hayatını romanlaştırabiliyor? Tabi herkesin hayatı kendince özeldir ama herkesin hayatı roman olabilecek kadar özel değildir. O yüzden bu benim için de geçerli. Eğer ben hayatımın bir bölümünü ya da bir kesimini size bir roman sayfası içerisinde sunabilecek olsaydım şunu derdim: İmkânlara bel bağlamasın kimse, yani sadece imkânlarla bir şey olmuyor. Tabi imkânlar çok büyük etken ama önemli olan insanın içinde barındırdığı o istek, ateş, kişisel çaba. Bu asla unutulmamalı.