Haber: Zehra Nur Taşdemir
Editör: Sevgi Şahin
Depremler doğanın en yıkıcı afetlerinden biri olarak sadece fiziksel zararlara yol açmakla kalmayıp aynı zamanda bireyler üzerinde ciddi psikolojik etkilere neden oluyor. Uzman Psikolog Dr. Serap Duygulu, deprem felaketlerinin bireylerin psikolojisi üzerine etkilerini aktardı.
Travmatik yasın dört evresi
Dr. Serap Duygulu, her bireyin yaşadıkları olaylara farklı tepkiler verdiğini ama temel olarak benzer evrelerden geçtiklerini belirtiyor. Bu süreç, ilk olarak “şok evresiyle” başlıyor. Olayın yaşandığı an, insanların ani tepki verdiği bir dönem. Bu evrede, vücut olaya hızlı bir uyum sağlayamadığı için kişi donup kalabiliyor. Olayı kabul etmekte güçlük çekebiliyor hatta inkar edebiliyor. Bu şok anı kişiden kişiye farklı sürelerde atlatılabiliyor.
Ardından gelen “öfke evresi”, kişinin yaşadığı kayıpları fark etmeye başladığı dönemi ifade ediyor. Bu evrede, acı ve üzüntü artıyor; öfke patlamaları, ağlama krizleri, isyan etme, korku ve dikkat dağınıklığı gibi tepkiler görülebiliyor. Öfke evresi haftalar boyunca sürebiliyor.
“Depresyon evresi”, kişinin kayıplarını geri alamayacağını kabul ettiği dönemi kapsıyor. Bu dönemde, büyük bir üzüntü, çaresizlik ve acizlik hissi hakim olabiliyor. Bu duygusal zorluğa bağlı olarak depresyon belirtileri gözlenebiliyor ve kişi daha önce ilgi gösterdiği şeylere karşı ilgisini kaybedebiliyor. Depresyon evresi haftalar hatta aylar boyunca devam edebiliyor.
Son olarak “uyum ve kabullenme evresi”, geçmiş süreçlerin ardından yaşanan olayın kabullenildiği ve kişinin geleceğe yönelik davranışlarını değiştirmeye başladığı dönemi simgeliyor. Kayıpların acısı ve özlemi devam etse de bu evrede duygular hafiflemeye başlıyor.
“Her zaman denilecek bir keşke mevcuttur”
Bu travmatik yas süreçlerinde bireylere suçluluk ve utanç duygularının da eşlik ettiğini söyleyen Duygulu, “O yerine neden ben değilim, keşke o gün yanlarında olabilseydim diye düşünürler. Bununla başa çıkmak çok zordur çünkü her zaman denilecek bir keşke mevcuttur” dedi. Duygulu ayrıca yas sürecinde yeme ve uyku bozuklukları, cinsel işlevlerde bozulmalar, güvensizlik, korku, seslere ve hareketlere karşı tetikte olma, kalp krizi geçireceğini zannetme, ölümü reddetme, o ana kadar var olan inancında değişiklikler sergileme, içe kapanma, sürekli olarak ölümü düşünme, aklını kaybetme korkusu gibi duygu ve davranışların ortaya çıkabileceğini belirtti.
Hepimizin yaşadığı ortak duygu: Utanç
Uzman Psikolog Dr. Serap Duygulu, bu tür olaylardan etkilenen insanları üç ana grupta değerlendirdi. İlk grup doğrudan felaketi yaşayan veya zarar gören insanlardan oluşuyor. Bu kişiler, felaketin ortasında bulunmalarına rağmen genellikle olaya müdahale edemediklerinden çaresizlik hissi yaşıyor. Sonraki grup ise yakınlarını kaybeden insanlar. Felaket sonucunda sevdiklerini kurtaramamanın getirdiği suçluluk duygusu, bu grup için sıkça deneyimlenen bir duygu olabiliyor. Üçüncü grup ise felaketi fiziksel olarak yaşamamış ancak yaşanan acılara tanıklık etmiş kişilerden oluşuyor. Bu kişiler, sahip oldukları konforun getirdiği bir tür utanca sahip olabiliyor ve bu nedenle vicdanlarını rahatlatmak için çaba sarf edebiliyor. Dr. Duygulu, her grubun yaşanan olaylara karşı çaresiz olduğuna değinerek, “Yaşanılan bu utanç duygusunun kökeni aslında içinde yetiştiğimiz kültürdür. Yine de psikolojik ve biyolojik ihtiyaçları karşılamanın bencillik olmadığı unutulmamalıdır” şeklinde konuştu.

Psikolojik yardım ne zaman verilmeli?
Depremzedelere psikolojik desteğin verilmesi gereken uygun zamanın önemine dikkat çeken Duygulu, sözlerine “Bölgede yaşayan ve depremden etkilenen bireylerin yaşadıkları süreçler sağlıklı bir şekilde rehabilite edilmelidir. Ama önce kişinin biyolojik varlığını güvene almak, ihtiyaçlarını karşılamak gerekir. Kahramanmaraş merkezli depremde uzmanların sahaya çıkıp depremzedelere psikolojik destek vermesi konusunda sosyal medyada çağrılar yapıldı. Depremin ilk zamanları terapi zamanı değildir. Kimseyi istemediği bir şey için zorlayamayız” şeklinde devam etti.
Felaket sonrası doğru destek
Duygulu, insanların iyi niyetle söyledikleri ifadelerin de depremzedeleri öfkelendirebileceğini hatırlatarak “Böyle zamanlarda depremzedelerin sergilediği doğru veya yanlış davranış yoktur. Felaketten etkilenen kişi ağlayabilir, küfredebilir veya hiç konuşmayabilir. Evin yıkıldı ama hepiniz yaşıyorsunuz dememeliyiz. Bir kişinin yaşadığı travmayla diğerini karşılaştırmamalıyız. ‘Şükretmelisin, çocuğun için güçlü olmalısın’ gibi söylemler her ne kadar iyi niyetli olsa da karşı tarafa duygularını anlamadığımızı hissettirir. En önemlisi de ebeveynlerini kaybetmiş çocuklara, ‘ailen melek oldu, onlar seni izliyor, sen üzülürsen onlar da üzülür’ kesinlikle dememek gerekiyor. Çünkü bu yaşadığı kaybı ve duyguyu değersizleştirir. Teselli etmek zorunda değiliz. Sadece dinlemeli ve bireyin yaşadığı duygulara eşlik etmeliyiz, anlayış göstermeli ve yanında olmalıyız” ifadelerini kullandı.
İyileşme ve entegrasyon
Depremzedelerin hayata yeniden entegre olmasıyla ilgili “Yas sürecindeki bireylere en iyi gelecek olan aile bireyleriyle, sevdikleriyle bir arada olmasıdır. Acıyı paylaşma ve yas sürecini atlatma konusunda ona yardımcı olur. Şok yalnızken atlatması kolay bir duygu değildir. Sosyal ilişkiler kurmak bu dönemde daha mühimdir” diyen Duygulu, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Önceki meşguliyetimiz neyse ona dönmeliyiz. Doğal olayları değiştiremeyiz, sorumlu biz değiliz. Hiçbir hastalık veya afet bize ceza olarak, günahın bedeli olarak verilmez. Hayat olumlu ve olumsuzlukla bir aradadır. Bunları atlatmak çok zor olsa da yaşanılan travmada tıkanıp kalmamak gerekiyor. Hak aranacaksa aranmalı, katkıda bulunulacaksa o bölgeyi yeniden hayata katmalıyız. Yapılacak çok şey var, yaşanan sosyal krizle başa çıkmak için herkesin çabalaması gerekiyor. İyileşmek ancak ilerlemekle mümkün olacaktır”.