Haber: Raziye Sayaslan
İstanbul Üniversitesi iletişim fakültesi gazetecilik bölümü öğrencileri, Çağlayan Adliyesi’ne ziyaret gerçekleştirdi.
Dr. Ersin Turan’ın medya yönetimi ve organizasyonu dersi kapsamında düzenlediği gezide, gazetecilik öğrencileri basın ve hukuk özelinde merak ettiklerini sordu.
Asliye ceza ve aile mahkemesi, ağır ceza mahkemesi ve diğer bölümleri ziyaret edip duruşmalara izleyici olarak katılan öğrenciler, ayrıca hukuk tarihi sergisinin düzenlediği katı gezerek geçmişten günümüze yargıda kullanılan eşyaları, derecelere göre ayrılan cübbeleri ve diğer mahkeme salonlarını görme fırsatı buldu.
Basın müşaviri Mehmet Şerif Seyidoğlu‘nun organizatörlüğünde gerçekleşen gezide adliyenin temsili duruşma salonunu ve basın bürosunu ziyaret eden öğrenciler, ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili basın sözcüsü Mehmet Yılmaz‘la medyanın yargıyla olan ilişkisini konu alan soru cevap etkinliği gerçekleştirdi.
Konuşmasına Basın sözcüsünün görev ve tanımlarını yapmakla başlayan Cumhuriyet Başsavcı Vekili basın sözcüsü Mehmet Yılmaz, bir basın sözcüsünün genelde yüksek hakim veya savcılar arasından seçildiğine dikkat çekerek “basın sözcüsü kendi kurumu ile medya ve toplum arasında bilgi köprüsü kuran, doğru enformasyonu en kısa sürede oluşturan, kurumu medya önünde temsil eden kişidir. Ama yargıdaki basın sözcüsü tanımı ise bundan biraz farklıdır, bir konunun yargı organına intikal etmesi, basın sözcüsünün işe başladığı anlamına gelir” dedi.
Ders içeriğinde, gazetecilerin gizli soruşturma ve kamuya kapalı olanlar dışında tüm duruşmaları izleyebildiğini söyleyen basın sözcüsü Mehmet Yılmaz, basın sözcüsünün bir diğer görevinin şeffaf olma, adil ve eşit davranma, yönlendirici bir dil kullanmama ilkesine uymak zorunda olduğunu ifade etti.
Medya Hep 4. Güç Oldu
Sözcü Mehmet Yılmaz, basının yasama, yürütme ve yargıdan sonra gelen 4 güç olmasının aslında hiç değişmediğini vurgulayarak “sosyal medyada yargıya karşı oluşan bir güvensizlik durumu var. Biz yargı mensupları, bir dosyadaki delillerle çalışır ve yasalar hükmünce hareket ederiz. Şöyle düşünün, birinin birine zarar verdiğini biliyor ama bunu kanıtlayamıyorsanız geçmiş olsun, haksız duruma düşersiniz. Adalet sistemimiz şu temele dayalıdır, 1 masumun içeride olmasındansa 99 suçlunun dışarıda olması bu hüküm düzeninde tercih edilir” açıklamalarında bulundu.
“Kişilerin hak ve özgürlükleri hiçbir durumda kısıtlanamaz”
Toplumda herkesin kendine göre bir haklılık payına sahip olduğunu düşünmenin çok doğal olduğunu dile getiren Yılmaz, “toplumda bir suç işleyen herkes, kendince bir müdafaa yolu düşünür ve yine kendince bir haklılık meşrutiyeti tanır. Sosyal medyada algı denilen şey tam olarak bu. İşimizi zorlaştıran bir husus da bu, algılar. Medyada bir algı operasyonu yaratılıyor ve buna bağlı olarak bir linç kampanyası başlatılıyor. Yargıda herkesi tutuklama veya hemen soruşturma açma gibi bir durumumuz yok. Örneğin kişi bir kamu görevlisine hakaret ediyor, ona çeşitli sebeplerle belki iftira atıyor veya karalama kampanyası düzenliyor. Biz bilindiği üzere hakaret suçundan dolayı hemen tutuklama yapamayız , bunun çeşitli soruşturma ve işlemleri vardır, tutuklama yasağı durumundan bahsediyorum. Ama gelin görün ki biz bunu yasal yollarla yaparken sosyal medyaya bu durum düşüyor ve ardından sosyal medya linci başlıyor. Burada devreye gazetecinin hukuk bilme gerekliliği devreye giriyor. Eğer ki bir gazeteci etik ve hukuk kavramına hakim değilse, bizim dahi yapamadığımız bazı durumları sanki isteyerek yapıyormuşuz gibi bir yere çekerse kamuoyunu yargıya karşı kışkırtabilir. Bu nedenle medya ve hukuk her zaman iç içe olmalıdır “ ifadelerine yer verdi.
“Dezenformasyon yasasının yararlı ve zorunlu olması gerektiğini düşünüyorum”
Basın sözcüsü Yılmaz ayrıca ‘’sosyal medyayı örnek vermek gerekirse bir olay gerçekleşiyor ve medya haliyle çalkalanıyor. Ama bazı uyanık medya araçları, etkileşim almak ve öne çıkmak için henüz o konu hakkında soruşturma açılmamışken ortaya atarak kamuoyunu harekete geçiriyor.’’ dedi. Biz bunları ve yanlış enformasyon veren kanalları tutuklamaz veya işlem yapmazsak ne olacak; Unutmayın, bir kişinin hak ve özgürlüğü, diğerlerinin hak ve özgürlüklerinin sınırına kadardır, ifadelerini kullandı.
Son dönemdeki Anayasa ve Yargıtay arasındaki krize değinen İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili basın sözcüsü Mehmet Yılmaz, Anayasa ve Yargıtay’ın aralarında yaşanan polemiklerin doğal olduğunu ve yine yargının sosyal medyayı bu konuda en doğru biçimde bilinçlendirmeye çalıştığına vurgu yaptı.
“Hukukta, Anayasa ve Yargıtay arasındaki çeşitli türden polemikler her yerde olduğu gibi son derece doğaldır. Bunun sebebi, hukuk içindeki yasal mevzuat düzenlemelerinin birbirinden çeşitli ölçeklerde farklılık göstermesi durumudur. Yargıtay bir karar verdiğinde aslında bu kesindir, hemen uygulanmalıdır ancak Anayasa mahkemesi bu kararı birtakım sebepler yüzünden onamayıp kaldırmaya olan yetkisini kullandığında ortaya haliyle kriz çıkabilir. Sonuçta bu, normlar hiyerarşisinden kaynaklı bir “benim yetkim hayır senin yetkin” olayına dönüyor “ dedi.
Yine bu konu kapsamında düzenlenen protesto ve eylemlere de atıfta bulunan Savcı Yılmaz, “herkes tabi ki protesto yapma hakkına sahiptir, bir olaya olan tepkisini şiddete dönüşmeyecek şekilde gösterebilir. Burada önemli olan, toplumda ciddi bir karşılık alıp almadığıdır. Açıkçası bu olaya bir yargı mensubu olarak baktığımda önemli bir karşılık bulduğunu düşünmüyorum. Tıpkı habercilikte olduğu gibi, bu olay Niğde’de bir çiftçinin gündemini meşgul etmez. Dolayısıyla etki-tepki arasındaki farkı iyi takip etmek gerekmektedir“ ifadelerine yer verdi.
“Medyadaki kirli enformasyonun önüne geçmek zorlu bir durum”
Yılmaz “Sosyal medyada en garipsediğim şey, bir olay hakkında linç kampanyası başlatıp “yargı görevini yapmıyor” denilmesidir. Şunu asla unutmayın, adalet; bir olay gündem olsun veya olmasın en doğru kararı verir ve bunu medyada alkışlanmak için değil, hukuka riayet etmek için yapar. Açılan bir soruşturma gizlidir ve basınla hemen paylaşılmaz.
Soruşturma sonucu, ancak mahkemeye çıktığı zaman neticelenir. Düşünün, adliyemizde 250 bini aşkın soruşturma var ve bunlardan sadece 1 tanesi bile gündemi aylarca meşgul edebilir, hatta ediyor da. Hepsinin bir anda ortaya çıkarıldığını varsayalım, o zaman biz başımızı medyanın linçinden kaldıramayız. Zaten medyaya düşen haberlerin de diğerlerinden pek bir farkı yoktur, son dönemdeki kara para aklama olayları gibi. Yalnızca taraflar ünlüdür o kadar”sözlerini dile getirdi.
Gazetecilerin haber kaynağını saklama özgürlüğünün bir iş delillendirilmediği sürece geçerli olmadığını belirten basın sözcüsü Mehmet Yılmaz, bir söylemin suç olabilmesi için o konunun önce suç olarak tanımlandıktan sonra müeyyidelere ceza verilebileceğinden bahsetti.
Yılmaz, medyada istismar suçlarına idam veya kısırlaştırma cezalarının verilmesinin mümkün olmadığının altını çizerek, geriye dönük olan suçları yeni çıkarılmış kanunlarla yargılama gibi bir şeyin yasalarda olmadığını ifade ederek sözlerini tamamladı. Gerçekleştirilen adliye ziyareti, soru cevap etkinliği ve toplu fotoğraf çekimiyle sona erdi.