Haber: Hüseyin Kontakay
Editör: Yağmur Sertkaya
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Hülya Deniz Karakoyun, enflasyonun doğası, oluşumu, mevcut mücadele yöntemleri, enflasyonun yatırımlar üzerindeki etkileri hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Enflasyonun ne olduğu ve Türkiye’de nasıl oluştuğu gibi temel konuların yanı sıra, yatırım yapma yöntemlerini de ele aldı.
Enflasyon Nedir?
Enflasyon, en basit tanımıyla satın alma gücündeki erime olarak ifade edilir. Terimsel ifadeyle fiyatlar genel düzeyinin sürekli artış göstermesidir. Fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışı ise Dr. Öğr. Üyesi Hülya Deniz Karakoyun, “İstatistik Kurumları, fiyat hareketlerinin takip edilmesi için bir endekse ihtiyaç duyar. Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) adı verilen bu endeks şehirde yaşayan bir tüketicinin aylık genel ihtiyaçlarının bir sepette toplanmasıyla ve söz konusu bu mal ve hizmetlere yaptığı harcama büyüklüklerine orantılı olarak belirli ağırlıklar verilmesiyle oluşturulur. Daha sonra ise bu sepette bulunan her bir kalemin fiyatını takip ederek fiyat hareketlerini izler. Burada altı çizilmesi gereken bir husus bulunuyor. TÜFE’nin içinde gıda ve alkolsüz içecekler, giyim ve ayakkabı, konut, sağlık, haberleşme ve eğitim gibi toplam 12 ana harcama grubu bulunuyor. Bu ana harcama gruplarının altında da ilgili ürünler bulunuyor. Enflasyon dediğimiz olgu öncelikle endeksin bir bütün olarak sürekli artış göstermesidir. Dolayısıyla fiyatların genel düzeyinin takibi tek bir mal ile indirgenecek bir olgu değildir. Bir harcama grubu artarken bir diğeri azalabilir. Örneğin mart ayında enflasyon artmış olmasına rağmen sezon sonu indirimlerin etkisiyle giyim ve ayakkabı ana harcama grubunda fiyatlar düşüş gösterebiliyor. Bir diğer önemli husus da sıklıkla duyulan bir şikâyet konusu. Belirli ürünlerin fiyatlarında görülen çok yüksek artışlara rağmen TÜFE’nin oranı bunun gerisinde kalabiliyor. Şöyle ki TÜFE içinde gıda ve alkolsüz içecekler grubu en fazla ağırlığa sahip olan gruptur.
Gıda kaleminin enflasyona etkisini şu sözler ile belirten Dr. Karakoyun, “Gıda ve alkolsüz içecekler ana harcama grubunun TÜFE’de yaklaşık yüzde 25 oranında bir ağırlığa sahip bulunuyor. Bunun anlamı diğer ana harcama gruplarının hiç artmadığı bazı senaryolarda gıda ve alkolsüz içecekler grubu yüzde 100 fiyat artışı gösterirse, toplam enflasyon yaklaşık yüzde 25 civarlarında artacaktır. Kısaca enflasyon dediğimiz olgu, bu ana kalemlerin altında yer alan tüm ürünlerin aynı anda artışı olmadığı gibi tekil gruplardaki fiyat artışından daha düşük de olabilmesi de mümkün.”
Tahmin Edilmesi İçin Kullanılan Yöntem
Enflasyon, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından her ayın üçüncü iş gününde açıklanmaktadır. Böylelikle Şubat 2024 verilerine dayanarak hesaplanan enflasyon oranı bir önceki aya göre yüzde 4.53 geçen yılın aynı ayına göre yıllık yüzde 67.07 oldu. Enflasyon oranını tespit ederken kullanılan ürünlerin seçimi ile ilgili olarak Dr. Deniz-Karakoyun, “Yapılan çalışmalarda X bir ürün için birçok firmanın fiyat verisi alınıyor. Örnek verecek olursak; A firmasında bulunan ürün 100TL, B firmasında bulunan ürün 150TL ve C firmasında bulunan ürün 200TL olsun. TÜİK en ucuz olan A firmasını temel alıyor. Elde edilen birçok veriden yararlanılsa da enflasyon belirlenirken en ucuz fiyat üzerinden hesaplanıyor.” ifadeleriyle belirtti.
TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi)
TÜFE, şehirde yaşayan bir tüketici tarafından satın alınan çeşitli mal ve hizmetlerin toplandığı endeksi ifade eder. ÜFE ise üretilen toplam değerin ve hizmetlerin üretici satış fiyatlarını temel alarak belirli bir zaman diliminde yaşanan değişiklikleri ölçen bir endekstir. TÜFE ve ÜFE arasındaki farklara değinen Dr. Karakoyun, “TÜFE şehirde yaşayan bir bireyin tüketim kalıplarından yola çıkarak oluşturulur. Yani bir işçilik maliyeti, hammadde veya ara malı fiyatlarındaki değişim doğrudan TÜFE’ye dahil değildir. Hesaplanması için şehir yaşamının içinde olması ve nihai mal ve hizmet olması gerekir. Kısaca tüketici dediğimiz şey tüketime hazır anlamına gelen bu nihai olan malı alır. TÜFE nihai mal fiyatlarıyla ilgilenir; tüketicinin bu nihai ürüne ödediği fiyatın takibini yapar. Örnek verecek olursak; cep telefonunun fiyatındaki artış TÜFE içinde yer alır. Telefonun içindeki çip, yazılımlar, enerji maliyetinde artış TÜFE içinde yer almaz. Bu çip veya yazılım ara malı olarak nitelendirileceği için buradaki fiyat artışları telefon üretmenin maliyetlerini artıracaktır. Bu maliyet artışı ise kısaca üretici fiyatlarını yani ÜFE’yi arttırır. ÜFE ise bir malın üretimi aşamasında üreticinin katlandığı maliyetlerdeki fiyat hareketleriyle ilgilenir. Maliyetlerdeki artışı takip eder. İşçilik maliyeti, ara malı, hammadde maliyeti, enerji maliyeti vb.deki değişim üreticinin üretim fiyatını doğrudan etkileyecektir. Ayrıca TÜFE içinde KDV barındırır ÜFE vergi barındırmaz ya da TÜFE içinde ithal malları yer verirken ÜFE yurt içinde üretilen mallara yer verir. Bunun yanı sıra TÜFE’nin içinde tarım ürünleri yer alırken ÜFE’nin içinde sadece sanayi ürünlerindeki ürünlerin maliyetlerini yer almaktadır. İki endeks arasında bunun gibi farklar barındırdığı için içerik ve anlam olarak birbirlerinin yerine kullanılmazlar. Dolayısıyla biz enflasyonu ÜFE’ye bakarak değil TÜFE’ye bakarak analiz ederiz. Ancak ÜFE’nin önemi öncü bir gösterge olmasından kaynaklanır.” Sözlerini dile getirdi.
ÜFE’nin sürekli artmasının bir sinyal olduğuna dikkat çeken Dr. Karakoyun, “Bunu bir örnek ile açıklamak gerekirse; pet su şişesini örnek alalım. Kapak, ambalaj, suyun depolanması, makine alımı ve işçi ücretleri hepsi birer maliyettir. Bunların maliyetinde bir artış olduğu durumda ben suyu 10TL’ye üretiyorsam artık 10TL’ye üretmem mümkün değil. Bu maliyet artışı ÜFE’yi artırır. Ancak maliyet artarsa, satıcı olarak bu artışın bir şekilde tümünü ya da bir kısmını fiyatlara yansıtmak zorunda kalırım. Dolayısıyla ÜFE’deki bir artış satıcının dayanabilme gücüne kadardır; hemen tüketici fiyatlarına yansımayabilir ya da tüm maliyet artışını değil de bir kısmını tüketici fiyatlarına yansıtabilir. Çünkü satıcı fiyatı arttırdığı zaman malın talep edilen miktarı düşebilir, daha az satış yapabilir. Ve toplam hasılatı düşebilir. Ancak ÜFE’deki artış hemen ya da belirli bir gecikme ile tüketiciye satış fiyatına yansır. Malın fiyatına yansıdığı zaman ise TÜFE artar. Dolayısıyla bizler ÜFE’yi öncü gösterge olarak takip ederiz’ şeklinde ifade etti.
“Hepsi Birbirine Göbekten Bağlı”
Türkiye uzun yıllar boyunca yüksek enflasyonlu bir ülke olarak varlığını sürdürdü. 2000’li
yıllarla birlikte enflasyonu düşürmeyi başardı ve ılımlı bir enflasyon dönemi yaşandı. Günümüzde ise enflasyon yeniden yüksek seviyelere çıkmış bulunuyor. Enflasyonun bu
seviyelere yükselmesinin nedenleri hakkında Dr. Karakoyun, ‘’Enflasyonun iki sebebi vardır: Talep enflasyonu ve maliyet enflasyonu. Talep enflasyonu, üretimindeki artışın talep artışının altında kaldığı durumlarda meydana gelir. Maliyet enflasyonu ise üretim maliyetlerindeki artışlardan kaynaklanır. Kuraklık, gıda krizi, enerji krizi, işçi ücretlerinin verimliliğinin üzerinde yükselmesi gibi durumlar maliyet enflasyonu için örnek teşkil edebilir.” ifadelerini aktardı.
Türkiye’deki makroekonomi alanında dengeler 2018 yılında kötüleşmeye başlamıştı 2021 Eylül ayında uygulamaya konulan Yeni Ekonomi Planı ile daha da kötüleşti. Eylül ayında Merkez bankası başkanı Naci Ağbal’ın değişmesiyle ve negatif reel faiz politikasının benimsenmesi enflasyonun yükselmesine zemin hazırladı. Fiyatlama davranışındaki aksaklıklar, Merkez bankasının para politikasına duyulan güvensizlik, gerçekçi olmayan ve raporlarda ısrarla tekrar edilen enflasyon hedefleri fiyatlama davranışlarını geleceğe dair beklentileri de olumsuz etkiledi. Ancak tüm bunların başında politika tutarsızlığı geliyor. Bu politika ile hedeflerin tutmamasının önemli nedeni dünyanın artık küresel bir köy olarak
adlandırılmasından kaynaklıdır. Bu konuda değerlendirme yapan Dr. Karakoyun, “Hiçbir ülkenin üretim yapısı birbirinden bağımsız değil. Hepsi birbirine sıkı sıkıya bağlı. Teknik ifade ile ülkeler birbirine değer zincirleriyle bağlı şekilde üretimlerini gerçekleştiriyorlar” şeklinde konuşarak dış ticaretin önemine, üretim yapısının dışa bağımlı olduğuna vurgu yaptı. Ancak Türkiye’deki durum biraz daha farklı bu bağımlılık ara malı hammadde bağımlılığı. Türkiye’deki ihracatın ithalatı karşılama oranı Ocak ayında yüzde 76,2 olarak gerçekleşti. 2023’ün Ocak ayında ise sadece yüzde 57,5 idi. Bunun anlamı gerçekleştirdiğiniz ihracat değeri yapmış olduğunuz ithalat değerinin dörtte üçünü karşılamaya yettiğidir. Negatif faizle aşırı değersizleşen Türk Lirası yabancı para birimlerini yükselttiği için yapmış olduğunuz ithalattın Türk lirası değerinde artış, maliyet artışına neden oldu. Bu açığı kapatmak için uluslararası rezervlerinizin yeterli olmaması artan CDS oranları(kredi risk primi) ve tabi negatif reel faizler yabancı sermaye girişini de engelleyince dövizdeki artış sarmalı hızlandı.
Bunun yanı sıra Türkiye’deki enflasyonun bugünkü seviyelere gelmesinde etkili olan faktörleri Dr. Karakoyun, “Tüm dünyayı etkileyen COVID-19 salgını, Çin’in üretiminin durması, Ukrayna-Rusya savaşından kaynaklanan enerji krizi ve buğday krizi gibi etkenler maliyet enflasyonuna yol açtı. Ancak bu durum sadece Türkiye’yi değil, diğer ülkeleri de etkiledi. Diğer ülkelerin tek haneli enflasyonlarına bakarak, Türkiye’nin üç haneli enflasyona yaklaşması dikkat çekici. Türkiye’de enflasyon artışı sadece Covid-19 salgınıyla, savaşla yani maliyet enflasyonuyla açıklanamaz.” şeklinde sıraladı.
Peki, Ama Neden?
Dr. Karakoyun, “Ekonomiye dışarıdan müdahale edildi, COVID-19 döneminde politika yapıcılar tarafından genişletici para politikaları uygulandı. Bu durum ile dışarıdan ekonomiye likidite enjekte edildi ve insanlara satın alma gücü yaratıldı. Bir yıl geri ödemesiz çok düşük faiz oranlarıyla elde edilen konut kredileriyle birlikte insanlar tabiri caizse gayrimenkullere hücum etti. Reel gelir artışı olmadan bir talep enflasyonu yaratıldı. Covid-19 döneminde ertelenen bir talep de söz konusu idi. Ardından 2021 Eylül ayında Merkez Bankasının başkanının görevden alınmasıyla birlikte Türkiye Ortodoks politikalardan uzaklaşarak yeni bir politikaya geçiş yaptığını belirtti.” Bu programın hedefi Türk parasının değerini düşürüp, ihracatı arttırmaktı. COVID-19 ile uzak doğudan batıya akan ticaret tıkanmıştı bunun bir fırsat olduğu düşünüldü. Süreçle ilgili Dr. Karakoyun, “Bu politika ile Çin’in ve uzak doğunun ticaretteki rolünün bir kısmını batıya pazara yakınlık nedeniyle elde edilmesi düşüncesiydi. Çünkü jeopolitik olarak Türkiye konumu itibariyle Avrupa, Asya ve Afrika’ya yakın olması sebebiyle düşük kur sayesinde ihracatı artıracak ve bir süre sonra dış ticaret fazlası vererek uluslararası rezerv biriktirilebileceğini düşünülmüştü. Ancak bu hesabın tutmadığı bize sadece enflasyonun kaldığı artık bir olgudur. Fiyat hareketlerindeki bu hızlı yönseme fiyat davranışlarında sirayet etti. Döviz kuru artınca ithal girdilerin artması, maliyetleri arttırdı.” şeklinde aktardı.
Normal şartlar altında döviz kuru bir yıl içinde ülkede enflasyon oranı kadar değer kaybetmelidir. Enflasyonun yüksek olmasının doların artmasıyla ilişkilendirildiğini belirten Dr. Karakoyun, “Örneğin Türkiye’de enflasyon oranı yüzde 60 olduğunda dövizde yüzde 60 artış beklenir. Yüzde 60 enflasyon olduğunda döviz kuru da yüzde 60 artıyorsa, döviz ucuzlamış olmuyor, yeni ekonomi politikasında döviz yüzde 60’tan fazla değer kazanmalı ki, ihracatta fiyat avantajı elde edilip rekabet korunabilsin. Durumun böyle olması enflasyonu arttıyor. Bunun faturasını her gün alım gücü düşen toplum ödüyor’’ şeklinde konuştu.
‘’Siyaset Büyüktür Ekonomi’’
Ülkemizdeki enflasyonun sebebinin siyasi olduğuna vurgu yapan Dr. Karakoyun,” Öncellikle enflasyonun temel sebebini anlamak gerekir. Enflasyon yüzde 9’larda seyrederken, COVİD-19 ile birlikte yüzde 12’lere çıkmıştı. 2020 yılında yüzde 14.9 olan enflasyon 2021 yılında yüzde 36.8’e ve 2023 yılında ise yüzde 64.77’ye ulaştı. Bu yükseliş trendi aslında Türkiye’de enflasyonla ciddi bir mücadele önceliğinin olmadığının resmi. Çünkü bu bir tercih. Yani enflasyon siyasi karar alıcılar için başlı başına bir ekonomi politikası. Türkiye’nin önünde iki tane seçim olması sebebiyle makyevalist açıdan bu kabul edilebilir. Bu seçim döneminin başında sayısı 4 milyonu aşan işsiz bulunmaktaydı. Ülkedeki bu işsizlik seçim öncesi azaltılmak istendi, bu politikanın kazanını iktidar kaybedeni tüm toplum olacaktı. Dolayısıyla enflasyon arttı. Bu durum literatürde ‘’ Phillips Eğrisi’’ olarak adlandırılır. Enflasyon arttıkça kısa dönemde işsizlik azalır, işsizliğin azaltılması için enflasyon sürekli öncekinden daha fazla artmalıdır. Kısacası siyaset büyüktür ekonomi.’’ dedi.
Enflasyonun düşmesi için izlenmesi gereken yollar hakkında konuşan Dr. Karakoyun, Ana akım iktisat uygularsınız, faizleri yükselterek talebi kısarak klasik bir yol tercih edebilirsiniz, halkın satın alma gücünü düşürünüz. Kısacası talep kısıcı politikalar izlersiniz. ’Ancak bu politika ile de fatura yine maalesef halka çıkmış olur, ifadelerini kullandı.
Enflasyonda Yatırım Yapmak
Enflasyon ile halkın cebindeki para ciddi bir şekilde eridi. Bu durum insanların paralarını enflasyona karşı koruma ihtiyacı doğurdu. Ülkemizde genel olarak dört farklı yatırım şekli ön plana çıktı. Bunlar; döviz, gayrimenkul, vadeli mevduat ve altın. Yatırım araçlarının dördünden ibaret olmadığını dile getiren Dr. Karakoyun, ‘’Her şeyden önce, Borsa ve hisse senetlerine ortaklık opsiyonu var. Borsa sadece BIST’ den ibaret değil. Yabancı ülke borsalarından da hisse senedi alınabilir. Tabii ki burada belki finansal okuryazarlığın önemi ortaya çıkıyor. Borsadan anlamıyorum diyenler için uzmanlar tarafından oluşturulan ve takip edilen “Yatırım Fonları” mevcut. Bu fonlara TEFAS’ın web sayfasından ulaşabilirsiniz. Ayrıca “Eurobondlar” ve “Bireysel Emeklilik’’ gibi seçenekler de mevcut” şeklinde açıkladı.
Şuanda BES de devletin katkısı ödediğiniz primin yüzde 30’u. Ayrıca ödediğiniz primleri çeşitli şekillerde farklı portföylerde yatırıma dönüştürebiliyorsunuz. Yatırım araçlarının bilgisizce kullanılması hakkında ise Dr. Karakoyun, “Öncelikle yatırım yapacak kişilerin finansal okuryazarlığı öğrenmesi gerekiyor. İnternet ile bunlar artık çok kolay. İyi bir yatırımcı olmak istiyorsanız iyi klavye kullanmalısınız, fare değil. Bahsettiğim yatırım araçlarından bir portföy oluşturmalısınız. ABD’nin faiz kararından sonra altın ve dolarda bir artış olması beklenmesi sebebiyle altın ve döviz bazlı fonlar incelenebilir.’’ diyerek bunların hiç birinin yatırım tavsiyesi olmadığının altını çizdi.
Ayrıca önemli bir husus yapılan yatırımlar uzun vadeli tutularak sabırla takip edilmeli diyerek ekleme yaptı. Borsa’da öne çıkan sektörlere de vurgu yapan Dr. Karakoyun, “Öncellikle Türkiye ne üretiyor bunları düşünmeliyiz ve portföyümüzü buna göre oluşturmalıyız. Kesinlikle otomotiv kâğıdınız olmalı, ülkemizin en önemli gelir kalemlerindendir. Enerjisiz hiçbir şey olmaz, enerji kâğıdı eklemelisiniz. Tarım alanında önemli bir ülkeyiz, ayrıca yüksek enflasyonda gıda hisseleri alınabilir. Bunun yanı sıra Demir-Çelik, Bankacılık, Holding,
Havacılık ve Teknoloji gibi sektörler ile portföyünüzü zenginleştirebilirsiniz.”. Önce sektör belirleyip sonra sektör içindeki hisseleri yakın takibe alarak o şirketleri Kamu Aydınlatma Platformu’nda (KAP) yayınlanan raporları inceleyerek yatırım yapılmalı diyerek konuşmasına son verdi.