Muhabir: Buse Sever
Fotoğraf: Cengizhan Yılmaz
İstanbul – (İÜ Haber Merkezi)
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın ilk gününden son gününe kadar görev yapan Bolu Komando Tugayı’ndan emekli Avukat Ünal Toker, savaşın zorluklarını, yaşanan gıda ve su kıtlığını; Rum kuvvetleriyle yaşananları anlattı. Ünal Toker’in hatıraları, Kıbrıs Türk toplumunun özgürlük mücadelesinin unutulmaz anlarını sundu.
1974 yılında Bolu Komando Tugayı’nda asteğmen olarak vatani görevini yaparken Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılan Ünal Toker, savaşta yaşananları ve cephede karşılaştıkları zorlukları anlattı. Toker, Türk askerlerinin yaşadığı su sıkıntısını, yiyecek bulmanın zorluğunu ve savaşın ağır şartlarını gözler önüne serdi. “Şafakla Gelen Kıbrıs’ta Yaşayanlar, Yaşananlar, Yaşadıklarım” adlı kitabında harekatın ilk gününden sonuna kadar tanık olduğu olayları paylaşan Toker, meydana gelen zorlukları,Türk askerlerinin ve Kıbrıs Türk toplumunun azmini, fedakarlığını anlattı.
“Mücahitler çanları eritip mermi kovanı yaparak savaştı”
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda komando birliğinde yer aldığı günleri anlatan Toker, Rum güçlerinin hazırlıklı olduğuna ve mücahitlerin zor şartlar altında direndiğine dikkat çekti. “Rumların her türlü olanakları vardı, fakat mücahitler ise elindeki her şeyi kullanarak, çanları eritip mermi kovanı yaparak savaştı,” diyen Toker, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki çatışmaların kökenine de değinerek “ O dönemde Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, Başbakan ise Dr. Fazıl Küçük’tü. Makarios’u devirmek için EOKA (Kıbrıslı Savaşçıların Milli Örgütü) teşkilatı, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacında olan bir örgüt kurdu. Onların amacı “Megali Idea,” yani büyük Yunanistan’ı kurmaktı. 15 Temmuz 1974’te darbe yapıldı. EOKA’cı Nikos Sampson darbenin başındaydı. O da bir teröristti ve ilk olarak Makarios’u devirmeye, onu öldürmeye çalıştı. Makarios’un ordusu ve polisleriyle çatıştı daha sonra Türklere yöneldi.” ifadelerini kullandı.
Bir Matara Su, 40 Askeri Susuzluktan Kurtarıyordu
20 Temmuz’da, harekâtın başından itibaren Kıbrıs’ta görev yaptığını ifade eden Toker, suyun büyük bir sorun olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “Kuzey Kıbrıs’ın içinde su yoktu. O kadar susuz bir yerdi ki, bir matara suyu 40 askere matara kapağıyla dağıtarak içirirdim. Türkiye’de her yerde içme suyu bulunur, ama ben 20 Temmuz’dan 10 Ağustos’a kadar su içemedim. Saç, sakal birbirine karışmıştı. Asker, arabanın radyatöründeki suyu dahi içti; kireç ocaklarında kalan suyu bile yokluktan içmek zorunda kaldık. Cephanemiz boldu ama yiyecek bulmak zordu. Komando tugayına Beşparmak Dağları’na yiyecek ulaştırmaları savaş anında mümkün değildi. Bin metre yükseğe çıkmaları gerekiyordu, bu yüzden hep aç kaldık”
“Çemberi yararak düşmanı püskürttük”
Toker, gece boyunca süren çatışmaları aktarırken, mücahitlerin savunduğu bölgelerin Rumlarca ele geçirildiğini ve Türk güçlerinin nasıl müdahale ettiğini anlattı: “Daha önce verilen emir doğrultusunda Beşparmak Dağları’na tırmandık. Dağlar bin metre yükseklikteydi. Daha ilk gece etrafımızı dört Rum-Yunan komando birliği sardı. Tugayımızda üç komando taburu vardı. Verilen emre göre, gece denizden çıkanlarla Girne-Lefkoşa yolu üzerinde buluşacaktık. O gece Rum taburu mücahitlerin elindeki bölgeleri almış, mücahitleri imha etmişti. Gece yarısı, bir mücahit tabur komutanımıza gelip arkadaşlarının kesildiğini ve uçurumdan atıldığını söyledi. Bunun üzerine mücahitlerin imha edildiği noktalara hücum ettik ve Rum çemberini yardık. Yarbay Cemal Eruç komutasındaki birinci tabur ve onun komutasındaki Haluk Üstügen’in başarılı harekâtıyla çemberi yararak düşmanı püskürttük”
“İnanç ve askeri disiplin vardı”
Rumların işgal ettiği birçok bölgeyi ele geçirerek bugünkü KKTC sınırlarının çizildiğini vurgulayan Toker, Lefkoşa’nın Türkler ve Rumlar arasında bölünmüş bir başkent olarak dünyada benzeri olmadığının da altını çizdi. Toker, iman gücü ve askeri disiplinin önemini şu sözlerle hatırlattı: “Hiç çekinmedik, korkmadık. 10 dakika önce bir arkadaşınızın şehit olduğunu görmek, sizi daha çok hırslandırıyor. Belki de biraz sonra siz arkadaşınızın kolunda can vereceksiniz, ama taarruz başlayınca ölmemek ve düşmanı saf dışı etmek dışında bir şey düşünmüyorsunuz. Askerler helikopterlere binmeden önce namaz kılıp Kuran okudular, dua ettiler. İman gücü ve askeri disiplin vardı; tek düşünce savaşmak, kendini korumak ve karşı tarafı saf dışı etmekti.”
“Rumları çembere aldık”
26 Temmuz’da batıya yönelik bir taarruz sırasında komutasındaki bölüğün 100 kişilik bir güçten oluştuğunu söyleyen Toker, çatışma sırasında altı yaralı ve bir şehit verdiklerini; bu şehidin Kaya Afacan olduğunu ve adını hiç unutmadığının altını çizdi. Rumları ele geçirdikleri tepeyi almak için İngilizce ve Rumca anons yaptırdıklarını anlatan Toker, “Kaçın ya da teslim olun,” mesajıyla karşı tarafa uyarıda bulunduklarını belirtti. Toker, Rumları çembere aldıklarında bir kaçış koridoru bıraktıklarını şu sözlerle ifade etti: “Taarruz sırasında Rumları çembere aldık, çemberin bir ucunu açık bırakıyorduk ki oradan kaçabilsinler. Çatışmaya girdiğimiz zaman onları imha edeceğiz ama bizden de yaralı ve şehit olacak. Dolayısıyla kaçmalarına izin verirdik.”
Toker, o gece yaşanan ve unutamadığı bir anıyı da anlattı. Bir askerinin hemen önünde vurulduğunu ve sabaha kadar “Beni öldür komutanım” diyerek kendisine yalvardığını söyledi. Toker, askerin o geceden sonra yedi ameliyat geçirdiğini ve hâlâ yaşadığını belirtti: “O gece çektiklerini unutamam. Kayseri’ye gittim, buldum kendisini; hâlâ görüşürüz.”
“Yargıya olan güven eskiye oranla azaldı”
KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş döneminde, ülkede iyi yetişmiş hukukçuların bulunduğunu ve mahkemelerde ciddi bir atmosferin hâkim olduğunu belirten Toker, o dönemde yargı sistemine olan güvenin yüksek olduğuna dikkat çekti. Toker, eskiden mahkemelere siyah takım elbise ve kravat olmadan çıkılmadığını ve adaletli kararların alındığını ifade etti. Günümüzde bu ciddiyetin kaybolduğunu belirten Toker, yargıya olan güvenin eskiye oranla azaldığını dile getirdi.
“Anlaşmalar Gereği Türkiye Müdahale Hakkını Kullandı”
Cenevre ve Londra anlaşmalarında, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin korunmasının garanti altına alındığını vurgulayan Toker, 1974 Kıbrıs Harekâtı sırasında Başbakan Bülent Ecevit’in, Kıbrıs’ın demokrasi ve bağımsızlığının tehlikede olması nedeniyle İngiltere ve Yunanistan’a müdahale çağrısı yaptığını belirtti. Toker, Yunanistan ve İngiltere’nin bu çağrıya “Bu, Kıbrıs’ın iç meselesidir” diyerek karşılık verdiğini ve müdahalede bulunmadığını ifade etti. Anlaşmanın 4. maddesine göre, garantör devletlerden birinin tek başına müdahale hakkı bulunduğuna dikkat çeken Toker, bu nedenle Türkiye’nin tek başına müdahale etmek zorunda kaldığını ve bu maddenin hâlâ yürürlükte olduğunun altını çizdi.