Haber: Özgür Recep Kocaoğlu
Fotoğraf: Ömer İğrek
İstanbul, (İÜ Haber Merkezi) – İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans eğitimini sürdüren Yönetmen Ayşenur Sülün; TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri’nde yarışan ve festivallerden ödüllerle dönen projesi Hayalet Ağlar‘ı, sinemayla nasıl tanıştığını, geçmiş projelerini ve sinemayla ilgili yorumlarını İletim Gazetesi’ne anlattı.
TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri’nde “Ulusal Öğrenci Filmleri” kategorisinde Hayalet Ağlar isimli belgeseliyle finale kalan ve birçok festivalden dereceyle dönen İstanbul Üniversitesi (İÜ) Radyo, Televizyon ve Sinema (RTS) yüksek lisans öğrencisi Ayşenur Sülün; festivalde yarışan projesini, sinema kariyerini, sinemanın yapay zekâyla ilişkisini ve sektördeki sorunları İletim Gazetesi ile paylaştı.

Denizdeki görünmeyen tehlike: Hayalet Ağlar
Festivalde yarıştığı belgeselin konusunun hayalet balıkçılık olduğunu söyleyen Sülün, bu kavramı “Denize atılan ağ, denizin içinde kaldıktan sonra hayvanlara takılıyor. İşte hayalet tabiri de burada anlam kazanıyor” sözleriyle tanımladı. Sülün, bu konuyu nasıl bulduğunu “Bu proje Serço Ekşiyan ile ilgili bir haberi okumamın ardından ortaya çıktı. Bu konunun ‘Kesinlikle belgeseli vardır’ diye düşündüm. Haberi okuduktan sonra RTS hocam Doç. Dr. Mesut Aytekin’e danıştım ve bunun belgeselini yapmam gerektiğini söyledi” ifadeleriyle anlattı.


Büyükada’da Serço Ekşiyan, Adalar Belediye Başkanı Ali Ercan Akpolat ve tekne sahibi Ekrem Başak’tan oluşan 3 kişilik grubun 2005 yılından beri gönüllü olarak dalış yapıp ağları çıkardığını anlatan Sülün, grubun bu işlemi yapma amaçlarının balık popülasyonu ile ekosistemi eski canlılığına kavuşturmak olduğunu ve bu işlemleri yaparken 40-50 metreye kadar daldıkları için hayati tehlike barındırdığını söyledi.


Çıkarılan ağların, tarım ürünlerinin üzerine örtülerek ürünlerin korunması için kullanıldığını ya da file çantalara dönüştürüldüğünü anlatan Sülün, “Su altında tehdit olarak bir tahribata yol açan bu durum daha sonra ileri kullanım süreciyle sürdürülebilirliğe katkı sağlıyor“ ifadelerinde bulundu.
Belgeselde çok yönlü bir izlenim sunmak istediklerini “İzleyici pasif bir konumda kalmasın, kendi görüşünü kendi oluştursun istedik. Hayalet ağların ne olduğu konusunda toplumu bilinçlendirmek istedik” ifadesiyle aktaran Sülün; akademik boyutu İÜ Su Bilimleri Fakültesi’yle, kurumsal boyutu İstanbul İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’yle, balıkçılar boyutunu İstanbul Bölgesi Su Ürünleri Kooperatifler Birliği’yle görüştüklerini söyledi.



İÜ İletişim Fakültesi’nin belgesel çekimlerinde teknik anlamda çok fazla yardımının dokunduğunu aktaran Sülün, tüm ekip arkadaşlarının İÜ RTS bölümünden öğrenciler olduğunu belirtti. Sülün, “Bu projeye inandılar, güvendiler ve kendi bilgileriyle hiçbir karşılık beklemeden bana yardım ettiler. Bütçemiz, fonumuz, desteğimiz yoktu. Bu belgesel tamamen bu fakültenin imkânlarıyla yapıldı” ifadelerini kullandı.

“En yakın arkadaşım televizyondu”
Ailesinin tek çocuğu olduğunu ve bu yüzden en yakın arkadaşının televizyon olduğunu anlatan Sülün, “Çocukken televizyonun içine nasıl gireceğimi düşünürdüm. Oradaki karakterlere ve hayal dünyasına kapılırdım. Oyuncuların yanında olmak isterdim. Küçüklüğümden beri televizyona ve sinemaya ilgiliydim“ dedi.

Oyuncu olmak istediğini ama ailesinin bu konuya karşı olduğunu belirten Sülün, 2017 yılında İÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okumaya başladığını fakat bu bölümün kendisini cezbetmediğini ifade etti. Geçmişte oluşturduğu birikimlerle iletişim alanına dair bir bölüm okumak istediğini söyleyen Sülün, bir kez daha üniversite sınavına hazırlanarak İÜ İletişim Fakültesi RTS Bölümüne yerleştiğini aktardı. Bölümünden 2024 yılında onur derecesiyle mezun olan Sülün, şu anda aynı bölümde yüksek lisans öğrenimine devam ettiğini belirtti.
Ayşenur Sülün’ün projeleri
İÜWEBTV’de yayınlanan Topraktan Gelen Lezzet isimli projesinin belgesel film değil, bir televizyon belgeseli olduğunu aktaran Sülün, bu projenin iletişim literatüründe “melez format” olarak tanımlandığını anlattı.
Transmedya dersi kapsamında hazırladığı Bulantı isimli projesinde Anton Çehov’un Kara Keşiş adlı öyküsünü transmedya evrenine uyarladığını söyleyen Sülün, “Ben oradaki karakterden yola çıkarak, ana metne sadık bir biçimde yeni bir yapı kurdum ve bu evreni genişlettim” sözlerini kaydetti.
Sülün, koordinatör ve dağıtımcı olarak görev aldığı Bir Serçenin Rüyası ve 666 filmlerinin Suriye’den Türkiye’ye göç etmiş kişileri yani göçmenleri konu aldığını söyledi.

Yapay zekâ gerçeği: “3 kişilik işi bir kişi yapıyor”
“Akademik dünyaya baktığımızda yapay zekânın nereye evrileceğini tam olarak göremiyoruz” ifadesiyle yapay zekânın halen ilkel bir seviyede olduğunu anlatan Sülün, sinema sektöründe senaryodan dağıtım-gösterim aşamasına kadar tüm alanlarda yapay zekânın kullanıldığını belirtti. Yapay zekâya karşı olmadığını ve günlük hayata yardımcı olduğundan kendisinin de aktif olarak kullandığını söyleyen Sülün, yapay zekânın sektörü değiştirmesi konusundaki fikirlerini “3 kişinin yaptığı şeyi bir kişi yapay zekâ sayesinde yapabilir hale geldi. İş ilanlarına baktığınızda artık yapay zekâyı bilen insanlara talebin arttığını görüyoruz. Yapay zekâdan tamamen uzak kalmak değil, yapay zekâya adapte olabilmek daha kıymetli” sözleriyle ifade etti.
“Sinemanın sessiz dönemden analog döneme, analogdan dijitale geçtiği gibi şu anda da bir geçiş dönemindeyiz” sözleriyle sinemanın sürekli değiştiğini ve geliştiğini ifade eden Sülün, sinemada yapay zekâ kullanımıyla sanat kavramının tartışmaya açılacağını dile getirdi.

Genç bir yönetmenin gözünden sektörün sorunları
Sinema sektöründe her alandan beslenmeyi sevdiğini belirten Sülün, sıradaki projesinin toplumsal meseleleri ilgilendiren kurmaca bir film olduğunu söyledi.
Sinemadaki problemlere ilişkin de konuşan Sülün; kadınların maruz kaldığı mobbing, cinsel taciz ve ücret farklarına dikkat çekti. Kadınların teknik alanda da çalışabileceğini vurgulayan Sülün, son dönemde her ne kadar artış gösterse de sinemadaki kadın çalışan sayısının hâlâ erkek çalışanlarla eşit seviyede olmadığını aktardı. Bağımsız ve genç yönetmenlerin gerekli bütçeye kavuşamamasının da bir problem olduğunu anlatan Sülün, festivaller haricinde gösterim yapamamalarından yakındı.
Sülün, en çok etkilendiği filmlerin Ertuğrul Karslıoğlu’ndan Keçenin Teri, Sergei Eisenstein’dan Potemkin’in Zırhlısı ve Metin Erksan’dan Susuz Yaz olduğunu söyleyerek sözlerini sonlandırdı.






