Haber: Eylül Otay
Fotoğraf: Özgür Recep Kocaoğlu
Editör: Özgür Recep Kocaoğlu
İstanbul, (İÜ Haber Merkezi) – Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin “Sinema Okulları Öğrenci Filmleri” kategorisinde “Tümseğin Uğultusu” filmiyle “En İyi Film” ödülünü kazanan İstanbul Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema mezunu Abdurrahim Karabulut, hem kişisel sinema yolculuğunu hem de bağımsız sinemanın zorluklarını anlattı.

Bu yıl 62’ncisi düzenlenen Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “Tümseğin Uğultusu” filmiyle “En İyi Film” ödülünü kazanan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Radyo, Televizyon ve Sinema (RTS) Bölümü mezunu Abdurrahim Karabulut; yapım sürecinden sinema anlayışına uzanan yolculuğunu, Bingöl’ün doğasında filizlenen filmin hikâyesini, ödülün ardındaki motivasyonu ve bağımsız sinemaya dair düşüncelerini de paylaştı. Filminin proje danışmanlığı yapan İÜ RTS Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şükrü Sim, hem Tümseğin Uğultusu hem de sinema sanatı üzerine değerlendirmelerde bulundu.
“Bir öykü beni harekete geçirdi”
Filmin fikrinin Bingöl Üniversitesi’nden arkadaşı Doç. Dr. Yusuf Aydoğdu’dan geldiğini belirten Karabulut, Onat Kutlar’ın İshak isimli kitabını derste öğrencileriyle tartışıp beğenmesinin üzerine kendisine kitabın önerildiğini söyledi. Hikayenin ruhunun hoşuna gittiğini belirten Karabulut, filmin konusunu şu sözlerle anlattı:
“Hikâyemizde iki karakter var. Ana karakterimiz toplumdan yabancılaştığını hisseden bir çiftçi. Karakterimiz yıkıntı bir mekâna sığınıyor, burası onun kaçış ve nefes alma alanı. Çiftçi, bir gün arkadaşını da bu mekâna götürerek burada hissettiği duyguları ve yaşadığı varoluşsal sorgulamaları onunla paylaşmak istiyor. Arkadaşıysa aslında çiftçinin diğer yönünü yani gerçekçi tarafını temsil ediyor. Filmde, arkadaşının bu duyguları anlayıp anlayamayacağını ve çiftçinin içsel dünyasının ona ne kadar yansıyabileceğini sorguluyoruz.”
Tümseğin Uğultusu filminin çekim süreci

Yaklaşık 2 ay boyunca Bingöl’de köy köy gezip filmin çekildiği mekanı bulduklarını söyleyen Karabulut, çocukluk ve ilk öğretmenlik yıllarının Bingöl’de geçtiğini bu sebeple kafasında canlandırdığı mekanı bu coğrafyada bulduğunu dile getirdi. Filmlerinde izleyicinin sadece iyi vakit geçirmesini değil, izledikten sonra bazı sorularla baş başa kalmasını hedeflediğini belirten Karabulut, “Karakterin sorguladıklarını izleyicinin de sorgulaması beni en çok mutlu eden şey” dedi.
Karabulut, zorlu şartlarda beraber çalıştığı sanat yönetmeni eşi, oyuncular ve tüm ekip arkadaşları olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürlerini iletti.
Başarının anahtarı: Sabır, ısrar ve merak
Ödülünün sinemaya gönül vermiş gençlere ilham vermesinden mutluluk duyacağını belirten Karabulut, “Genç arkadaşların projelere cesaretle başlamaları, dünyayı takip etmeleri, çok okumaları ve çok çalışmalarının gerektiğine inanıyorum çünkü sanat bir günde ortaya çıkan bir şey değil, önce bir birikimin oluşması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Öğrencilerin zorunlulukla yapılan işlerden kaçtığını gözlemlediğini dile getiren Karabulut, “Bir kitabı ödev için değil, kendinize bir şey katmak için okuyun; bir filmi ders için değil, dünyanızı genişletmek için izleyin. İsteyerek ve severek yapılan her çaba zamanla karşılığını verir. En büyük eksiklik, çabuk moral kaybetmek. Bu alanda sabır, ısrar ve merak bir araya geldiğinde başarı zaten kendiliğinden gelir” mesajını verdi.
“Festivaller sinemacının desteği olmalı”

Tüm filmlerini matematik öğretmenliğinden biriktirdiği parayla çektiğini vurgulayan Karabulut, yaklaşık bir milyon bütçeyle tamamlanan Tümseğin Uğultusu dâhil hiçbir yapımına dışarıdan destek alamadığını söyledi. Karabulut, Türkiye’de festivallerin maddi destekleri artırmasının önemini şu sözlerle vurguladı:
“Bağımsız işler yapmak isteyen gençlere umut verecek olan şey maddi desteklerdir. Türkiye’de de nice Bergman’lar, Tarkovsky’ler var fakat maddi yetersizlikler nedeniyle kendilerini başka sektörlerde buluyorlar. Eğer festivaller güçlü bir finansal destek oluşturursa, Türk sineması çok daha ileri bir yere taşınabilir” ifadelerinde bulundu.
Karabulut’un sinema dili
Çocukluğunu Bingöl, Elazığ, Diyarbakır, Şanlıurfa, Erzurum bölgesinde geçiren Karabulut, göçebe bir ailenin çocuğu olarak büyümenin sinemasına yansıdığını ve gelecek hedefleri arasında filmlerinde çocukluğunun hikayelerini anlatmak istediğini dile getirdi. Sinema dili hakkında konuşan Karabulut, “Sinema dilimin görünen gerçeklikle sınırlı değil, rüya kırılmaları ve sembolik mekânlarla çok katmanlı bir anlatı kuruyorum” sözlerini kullandı.
Dijitalleşmeyle birlikte sinemanın gelişimi hakkında yorum yapan Karabulut, “Dünya değişiyorsa biz de buna ayak uydurmalıyız. Yapay zekâdan dijital platformlara kadar her araç doğru kullanılırsa yaratımı hızlandıran bir imkândır” dedi.
“Sinemanın özü sadelikte saklı”
Tümseğin Uğultusu filminin proje danışmanlığı yapan Prof. Dr. Şükrü Sim, hem Tümseğin Uğultusu hem de sinema sanatı üzerine değerlendirmelerde bulundu.
Tümseğin Uğultusu projesi hakkında konuşan Sim, “Bu hikâyenin bir derinliği var, bu yüzden anlatımın sade ama etkili olması gerektiğini düşünüyorum. Diyalogdan çok görüntü dilinin duyguyu taşıdığı bir filmde, kısa sürede karakterin içsel dünyasını doğru aktarmak gerçekten zor bir iş. Mekânın ve atmosferin, karakterin ruh hâlini yansıtmadaki rolü benim için çok belirleyiciydi” sözleriyle hikayenin görünenin ötesinde bir incelik istediğinin altını çizdi.
Sinemada fazlalığın her zaman zarar verdiğini aktaran Sim, “Bir film tek bir güçlü odağa sahip olmalı, birden fazla büyük hikâye aynı yapıyı zayıflatır. Bu projede de en çok yalınlığı korumaya ve doğru sinematografik kararlarla duyguyu görüntüde kurmaya önem verdik. Bana göre sinemanın özü de tam olarak burada saklı” sözlerini kaydetti.

Dijitalleşme ve sinema
İzleyici alışkanlıklarının dönüşümü hakkında konuşan Sim, bağımsız üretimin zorluğuna ve sistemin kapalılığına dikkat çekti. Sim, “İzleyici ne isterse o çekilir algısı olsa da bazen çekilen film izleyicinin alışkanlığını değiştirir. Büyük prodüksiyonlar seyirci odaklıyken, sanat sineması daha özgür ve kişisel bir alan açıyor. Önemli olan, o duyguyu hisseden seyirciyle bağ kurabilmektir” ifadelerini kullandı.
Güçlü bir sanat eserinin formülü
“Ödül için değil, gerçekten bir derdiniz olduğu için üretmelisiniz” ifadelerinde bulunan Sim, sinemanın herkesin yapabildiği bir alan olmamasının gerekçelerini şu sözlerle ifade etti:
“Önce neden yaptığımızı bilmek gerekir. Kimi insanlar roman yazamaz ama sinemaya yönelir. İçlerindeki birikim başka bir formda kendine yol bulur. Bu yüzden önce bir dünya biriktirmelisiniz. Bu dünyada hayata dair düşünceleriniz, varoluş sancınız, felsefi bakışınız, yaşadıklarınız olmalı. Bunlar dolmadan ortaya güçlü bir sanat eseri çıkmaz. Gerçek yetenek şartlar ne olursa olsun yolunu bulur ama o yol sabır, direnç ve büyük bir entelektüel çabayla açılır. Sinema da tam olarak resimden müziğe, felsefeden sosyolojiye kadar geniş bir dünyayı anlamayı ve hepsini kendi diline katabilmeyi ister. Bu yüzden öğrencilerimiz hem çok sabırlı olmalı hem de sürekli kendilerini beslemeliler.”



