Haber: Özgür Recep Kocaoğlu
İstanbul, (İÜ Haber Merkezi) – Çocuk ve ergen ruh sağlığını korumada ailenin rolüne dikkat çekmek amacıyla İstanbul Üniversitesi Mavi Salon’da Çocuklarda ve Ergenlerde Koruyucu Ruh Sağlığı ve Aile başlıklı konferans düzenlendi.
Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) Cumhurbaşkanlığı tarafından 2025 yılının “Aile Yılı” olarak ilan edilmesi sebebiyle düzenlenen Çocuklarda ve Ergenlerde Koruyucu Ruh Sağlığı ve Aile başlıklı konferans, 1 Aralık günü İstanbul Üniversitesi (İÜ) Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Murat Coşkun’un koordinasyonunda İÜ Rektörlüğü Mavi Salon’da gerçekleştirildi.
Konferansta; çocuk ve ergenlerin ruh sağlığını güçlendirmede ailelerin koruyucu ve destekleyici rolleri, günümüz koşullarında çocuk ve ergenlerin psikososyal iyilik hâllerini etkileyen riskler ile bu risklerin önlenmesine yönelik ebeveynlerin bilgi, farkındalık ve becerilerinin geliştirilmesine ilişkin konular ele alındı.
Koruyucu ruh sağlığında 3 basamaklı model
Koruyucu hekimlikteki yaklaşımları özetleyen Coşkun; koruyucu ruh sağlığını birincil, ikincil ve üçüncül düzey olarak sınıflandırdıklarını söyledi.
Birincil düzeyin tıpkı aşı uygulamalarında olduğu gibi hastalık ortaya çıkmadan önce önleyici adımlar atmayı amaçladığını ifade eden Coşkun; ikincil düzeyde ilk aşamadaki önlemlere rağmen hastalığın ortaya çıkması durumunda, erken fark edip müdahale etmenin esas olduğunu aktardı. Coşkun, üçüncül düzeyin ise hastalıkların ilerlemesini ve kalıcı hasar bırakmasını önlemeye yönelik bir koruma düzeyi olduğunu belirtti.

Psikiyatrik bozukluklarda artış
Coşkun, çocukluk dönemindeki psikolojik bozuklukların yalnızca bugünü değil, geleceği de etkilediğini vurguladı.
Günümüz çocuklarının psikolojik açıdan geçmişe göre daha kötü durumda olduğunu belirten Coşkun, “Maddi imkanların ve yaşam koşullarının iyileşmesine rağmen, günümüz çocuklarının psikolojik açıdan geçmişe göre daha iyi durumda olduğunu söyleyemiyoruz. 30-40 yıl öncesine kıyasla birçok psikiyatrik bozukluğun görülme sıklığı artmış durumda. Bu da oldukça üzücü bir durum. Özellikle depresyon, kaygı, sinirlilik ve travma başta olmak üzere pek çok sorunda bu artışı gözlemliyoruz” ifadelerini kullandı. Coşkun, bu artışın yalnızca tanı olanaklarının gelişmesine bağlanamayacağını vurguladı.
Sosyal medyadaki sahte mutluluk
Yoğun yaşam temposunun psikolojik detayları fark etmeyi zorlaştırdığını aktaran Coşkun, bu konu hakkında şöyle konuştu:
“Hayatın akışı içerisinde ekonomimizi, okulumuzu, işimizi ve ailemizi idare etmeye çalışırken bu tür detayları görmemiz zorlaşıyor. Bu detayları fark etmenin yolu Instagram’dan Reels videoları izlemek değildir. Orada okuyup geçtiğimiz şeyler sadece anlık bilgi sağlar. Hatta bizi derinleşmekten ve kendimize doğru bir şekilde odaklanmaktan alıkoyan bir tarafları da vardır.”
Sosyal medya paylaşımlarının çoğu zaman gerçeği yansıtmadığını söyleyen Coşkun, “İnsanlar sosyal medyada genellikle en mutlu anlarını paylaşırlar. Ancak bazen de ruhsal olarak en kötü hissettikleri anlarda, sanki çok mutluymuş gibi paylaşımlar yapabilirler” dedi. Kıskançlık duygusuna kapılmamak gerektiğini vurgulayan Coşkun, özellikle ergen yaş grubunda bu duruma çok sık rastlandığını belirtti.
Hiç susmayan alarm
Şiddet içerikli haberlerin bedensel etkilerine de değinen Coşkun, “Vücudumuzda ‘HPA aksı’ dediğimiz bir sistem vardır. Bu sistem stres durumlarında veya ani travmalarda devreye girer. Şiddet içerikli haberlere maruz kalıp her tıkladığınızda içinizdeki bu HPA aksını sürekli aktif halde tutarsınız” sözlerini kaydetti.
Bu durumu hiç susmayan bir alarma benzeten Coşkun, “Ortada artık olağanüstü bir durum olmasa bile alarm sürekli çalar. HPA aksının bu şekilde kronik olarak aktif kalması da başlı başına birçok bedensel soruna yol açar” dedi.



