Hande Nur OCAK
Yeni tip koronavirüsten (COVID-19) korunmak için güçlü bir bağışıklık sisteminin önemi salgın sürecinde giderek artmaya başladı. İstanbul Üniversitesi Aziz Sancar Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü (Aziz Sancar DETAE) Müdürü ve İmmünoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Günnur Deniz, virüslere karşı koruma kalkanı olarak rol oynayan bağışıklık sistemi ve 24 Nisan’da başlayan Ramazan ayı için dikkat edilmesi gereken önemli noktalara değindi.
Bağışıklık sistemini organizmanın kendisinden farklı bir yapıya sahip virüs, bakteri, mantar, parazit gibi zararlıları yabancı olarak algılayan ve ondan kurtulmak için çeşitli savunma mekanizmalarını harekete geçirerek, organizmayı koruyan bir sistem olduğunu söyleyen Prof. Dr. Deniz, “En önemli özelliği kendinden olanı, kendinden olmayandan ayırt etme yeteneğine sahip olmasıdır. Bağışıklık sisteminin ilk görevi yabancı maddelerin vücuda girişini önlemek, herhangi bir şekilde girmeyi başaranların ise yayılmasını engellemek ve yok etmektir. İkinci en önemli özelliği ise belleğe sahip olmasıdır. Bu özellik sayesinde aynı hastalığa kısa veya uzun süre bir daha yakalanmayız” dedi.
Bağışıklık sistemini bozan etkenler arasında stres, kötü beslenme, alkol, uykusuzluk, radyasyon, hava kirliliği, sigara veya tütün kullanımı, bazı ilaçlar (steroidler gibi) ve genetik faktörler olarak özetlenebileceği söyleyen Prof. Dr. Deniz, “Bağışıklık sisteminin aşırı, eksik ya da hatalı çalışması sonucu farklı hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Etkili bir bağışıklık sistemi birçok hastalığa karşı koruyucu olmasına karşılık sistem yetersiz olduğunda AIDS, kanser gibi hastalıklar; aşırı harekete geçmesi durumunda ise allerji, anafilaksi, otoimmünite gibi hastalıklar görülmektedir” dedi. Virüslerin gözle görülemeyen, kendi kendine replike olamayan, çoğalmaları için uygun bir konak hücreye gereksinimi olan çok küçük canlılar olduğunu belirten Prof. Dr. Deniz, “Canlı olup olmadığı bile soru işareti olan bu küçük canlılar içine girdikleri hücrenin genomunu kullanarak sürekli olarak çoğalırlar. Virüslerin büyüklüğü 0.003-0.5 mikron arasındadır ve nesillerini devam ettirmek için bir hücreye ihtiyaçları vardır. İnsan vücuduna giren bir virüs doğuştan sahip olduğumuz ve derhal etkisini gösteren doğal bağışıklık ile karşılaşır, eğer bu savunma sistemi etkeni durdurmayı başarırsa virüs etkisini gösteremez, eğer virüs doğal direnç engelinden kaçarsa bu sefer, sonradan gerçekleştiği için, edinsel bağışıklık olarak isimlendirilen savunma sistemi ile karşılaşır ve yok edilir” diyerek doğal ve edinsel savunma sistemleri virüsü ortadan kaldıramazsa virüsün içine girdiği hücrelerin sayısının gittikçe arttığını ve farklı hastalıkların ortaya çıktığını dile getirdi.
“Kronik Hastalıkları Olan İnsanlarda Bu Durum Daha Tehlikeli Olarak Seyrediyor”
Aşıların bağışıklık sistemini virüs kaynaklı hastalıklara karşı hazır durumda tutmak açısından önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Deniz, “Aşı ile bağışıklama gerçekleştirildiğinde, sadece o kişi enfeksiyon hastalığına karşı korunmakla kalmayıp, dolaylı yoldan da olsa hastalığı diğer kişilere bulaştırması da engellenir. Toplumda söz konusu hastalığa karşı aşılanan kişi sayısı ne kadar fazlaysa, o hastalığın ortaya çıkma olasılığı da o oranda düşük olmakta, hatta bazı hastalıkların tamamen ortadan kaldırılması da mümkün olabilmektedir” dedi ve başarılı aşılama programları sayesinde çiçek, kızamık, polyo (çocuk felci) hastalıklarının tamamen yok edilmiş ya da yok denecek seviyelere indirildiğini söyledi. “Koronavirüsler insanları ve çok çeşitli hayvan türlerini enfekte edebilen RNA virüsleridir” diyerek insanlarda çok çeşitli solunum yolu enfeksiyonlarına neden olduğunu söyleyen Prof. Dr. Deniz, “COVID-19 hastalığına sebep olan “SARS-CoV-2” adlı yeni tip koronovirüs canlıların vücuduna göz, burun veya ağız yoluyla girmekte ve organizmaya giren virüs akciğer gibi solunum yolunda bulunan “ACE-2 reseptörü” aracılığıyla hücrelere yapışmaya çalışmaktadır. Virüsle enfekte olan hücreler hayatta kalmak ve çoğalmak için, bağışıklık sistemini uzak tutacak birtakım proteinlerin salınmasına ve aynı zamanda bu hücreler ölmeden önce virüsün milyonlarca kopyasını üreterek daha fazla hücrenin enfekte olmasına sebep olmaktadırlar. Bugün COVID-19’un, solunum sendromu veya zatürre gibi solunum yolu enfeksiyonlarına neden olduğu bilinmektedir” dedi.
Bağışıklık sistemimiz virüsleri ortadan kaldıramadığı ve onlarla savaşmaya devam ettiği süreçte vücutta ateşin ortaya çıktığını ifade eden Prof. Dr. Deniz, kronik bir hastalığı olmayan sağlıklı kişilerde ateşin çıkması bağışıklık sisteminin sağlıklı olduğunu, görevini yaptığını ve mikropları yok etmek için savaştığının bir göstergesi olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Deniz “Fakat yaşlı ve özellikle kronik hastalıkları olan insanlarda bu durum daha tehlikeli olarak seyretmektedir. Bağışıklık sisteminin normal yaşlanma sürecinde aşamalı olarak bozulmasına immün yaşlanma (immünosenesens) denir. İnsanlar yaşlandıkça bağışıklık sistemi zayıflar, kişinin enfeksiyonlara cevap yeteneği, virüslere, bakterilere karşı savaşma yeteneği azalır. Bu yüzden 70 yaş üstündeki insanlar en riskli grup olarak öne çıkmaktadır. Özellikle sigara içenlerin ve obezlerin bağışıklık yaşlarının kronolojik yaşlarından büyük olduğu gösterilmiştir. Ayrıca hareketsiz bir yaşam da önemli bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir” dedi.
“Bağışıklık Sistemini Güçlendiren En Önemli Etkenlerden Biri Dengeli Beslenmedir”
Viral hastalıklardan korunmanın veya hastalık seyrini en hafif şekilde atlatabilmek için bağışıklık sisteminin güçlü olmasının büyük önem taşıdığına dikkat çeken Prof. Dr. Deniz, virüslere karşı koruma kalkanı olarak rol oynayan bağışıklık sistemini olumlu ve olumsuz etkileyen pek çok faktörün olduğunu söyleyerek bunları şu şekilde sıraladı: “Bu faktörlerin başında genetik yatkınlık gelmekte ve onu çevre izlemektedir. Stres, kötü beslenme, alkol, uykusuzluk, radyasyon, hava kirliliği gibi etkenler bağışıklık sitemini olumsuz etkilemektedir. Stres, tek başına bağışıklık sistemini baskılayarak enfeksiyon etkenlerinin üremesini kolaylaştıran en önemli risk faktörlerindendir. Bağışıklık sitemini güçlendiren en önemli etkenlerden biri dengeli beslenmedir. Yetersiz beslenme, bağışıklık sistemini bozmakta, fonksiyonlarını baskılamakta ve enfeksiyon riskini artırmaktadır. Malnütrisyon, yetersiz beslenme sonucu ortaya çıkan ve izlenmesi gereken bir beslenme bozukluğudur. Sınırlı veya tek yönlü beslenme gibi aşırı beslenme de bağışıklık sistemini olumsuz etkilemektedir. Sürekli sınırlı beslenmenin insanlarda influenza enfeksiyonunun şiddetini, obez bireylerde ise enfeksiyon görülme sıklığını arttırdığı gösterilmiştir. Ayrıca sigara ve tütün kullanımı da bağışıklık sistemini bozan en önemli etkenlerden biridir. Erken yaşlanmaya ve vücudun savunmasız kalmasına sebep olduğu için, aktif veya pasif içici olmamak gerekir. Bu nedenle sigaradan ve sigara içilen ortamlardan uzak durulmalıdır.”
“Bağışıklık Sistemi Yetersiz Olanlar Virüs Enfeksiyonlarına Yatkınlık Gösteriyor”
Bağışıklık sisteminin yetersiz kaldığı durumlarda vücudumuza giren herhangi bir mikroba karşı yeterli savaş verilememesi sonucu “bağışıklık sistem yetersizliği – immün yetersizlik” olarak adlandırılan hastalıkların ortaya çıktığından bahseden Prof. Dr. Deniz, “Dünyada yaklaşık 10 milyon kişide bağışıklık yetersizliği olduğu düşünülmekte, bu da yaklaşık olarak her 500 kişiden birinde bağışıklık yetersizliği olduğu anlamına gelmektedir. Doğuştan gelen genetik bozukluk veya yatkınlık sonucu gözlenen bağışıklık bozukluklarına primer immün yetersizlikler denmektedir. Bağışıklık sisteminde bozukluk olan çocuklarda büyüme ve gelişmede duraklama görülmekte, basit üst solunum yolu enfeksiyonları bile uzun ve ağır seyretmektedir. Bu çocuklar sıklıkla zatürre, kulak enfeksiyonları, ağır bağırsak yolu enfeksiyonları (diyare-ishal) nedeniyle uzun süre hastanede yatmakta ve eğer eksiklik giderilmezse erken yaşta kaybedilmektedir” dedi. Prof. Dr. Deniz, erişkin hastalarda primer immün yetersizlik hastalıklarının tanısında en önemli belirtileri şöyle sıraladı: “Bir yılda iki veya daha fazla kulak enfeksiyonu, bir yılda iki veya daha fazla nedeni allerjik olmayan sinüs enfeksiyonu, bir yılda bir kez zatürre geçirme, kilo kaybına neden olacak kalıcı ishal, tekrarlayıcı virüs enfeksiyonları (soğuk algınlığı, uçuk, siğil), yineleyen derin doku veya organ apseleri, ciltte veya vücudun herhangi bir yerinde uzun süre devam eden mantar enfeksiyonu, enfeksiyonu iyileştirmek için damar içi antibiyotik kullanımı gereksinimi, vücutta normalde etkili olmayan enfeksiyonların görülmesi (tüberküloz benzeri bakteri), ailede primer immün yetersizlik öyküsü gibi”…
Bağışıklık sistemi yetersiz olanların, özellikle virüs enfeksiyonlarına yatkınlık gösterdiğini ve enfeksiyona yakalanmamak için kapalı ve kalabalık yerlerde fazla bulunmamaları gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Deniz, “Virüs enfeksiyonları esas olarak damlacık enfeksiyonuyla bulaşmakta, öksürük, hapşırık, konuşmayla ortaya çıkan damlacıkların solunması, öpüşme, tokalaşma yoluyla veya virüs bulaşmış eşya, yiyecekle temas sonucu bulaşma gerçekleşebilmektedir. Virüsler kapı tokmağı, telefon gibi bulaştığı yerlerde canlı kalabildikleri için bu yüzeylere temastan sonra virüsleri uzaklaştırmak için ellerin sabunlu suyla yıkanması gerekmektedir” diyerek bağışıklık sistemi yetersiz olan çocuk ve erişkin bireylerde virüs enfeksiyonlarının daha ağır seyrettiğinin unutulmaması gerektiğini bildirdi.
“Bazı Virüsler Ortaya Çıkmak İçin Bağışıklığın Düşmesini, Beslenme Eksikliklerini veya Stres Durumunu Bekler”
Biri hapşırdığında, havaya içerisinde virüs barındıran yaklaşık 20 bin küçük partikülün dağıldığını ve virüslerin belli hedef dokularının olduğuna değinen Prof. Dr. Deniz, koronavirüslerin hedefinin akciğerler olduğunu dile getirdi. Prof. Dr. Deniz, “Bazı virüsler uyku halindedirler ve ortaya çıkmak için insanların yaşlanmasını, bağışıklığın zayıf düşmesini, beslenme eksikliklerini veya stres durumunu beklerler. Çoğu insanda stres durumunda neden virüslerin ortaya çıktığı ve insanların hasta oldukları sorusunun cevabı da budur” dedi. Bağışıklık sisteminin etkin fonksiyonlarını gösterebilmesi için dikkat edilmesi gereken noktaların olduğunu belirten Prof. Dr. Deniz, “Sebze ve meyve ağırlıklı beslenme, düzenli egzersiz yapma, havalandırılmış alanlarda bulunma, ellerin düzenli olarak ve iyice yıkanması, düzenli uyku, hasta kişilerden uzak durulması, öpüşme ve yüz temasından kaçınılması olarak sayılabilir” dedi.
Beslenmenin dikkat edilmesi gereken en önemli unsur olduğunu ifade eden Prof. Dr. Deniz, vücudumuzun proteinler, karbonhidratlar, yağlar, vitaminler, mineraller ve su olarak gruplandırılan farklı besin ögelerine ihtiyacı olduğunu belirtti. Prof. Dr. Deniz, “Genel olarak sağlıklı bir beslenme için şeker ve karbonhidrat ağırlıklı beslenme tercih edilmemeli, protein alımı yeterli seviyede tutulmalı, bol su tüketilmeli, lif açısından zengin, turşu, yoğurt gibi fermente gıdalar tüketilmeli, mümkünse evde yapılanı tercih edilmelidir. Bağırsak florası da bağışıklığı güçlendirmenin başka bir yoludur. Probiyotiklerin (fermente gıdalar) bağırsak florasını daha sağlıklı kıldığı bilinmektedir” dedi.
“D Vitamini Bağışıklık Sistemini Güçlendiren Önemli Bir Destektir”
İnsan vücudunun virüs ve bakterileri öldüren anti-mikrobiyal proteinleri üretmek için D vitaminine ihtiyaç duyduğunu belirten Prof. Dr. Deniz, “Güneşlenme ile doğal yollarla vücutta sentezlenen D vitamini kış aylarında düşük düzeyde olabilir. Eğer vücut yeterli derecede D vitamini üretemezse virüs ve bakterilerle mücadelede zayıf kalır. Bu nedenle D vitamini bağışıklık sistemini güçlendiren önemli bir destektir” diyerek aşırı olarak tüketilmesinin toksik olduğunu da unutulmaması gerektiğini söyledi. “Suda eriyen ve vücudumuzda depolanmayan C vitamini günlük alınması gerekir, vücuttan zararlı maddelerin atılmasını sağlar ve savunma sistemini güçlendirir. Çinko viral enfeksiyonlarda bağışıklığı güçlendiren bir mineraldir. Çalışmalar çinkonun yarar sağlaması için uygun dozun çok kritik olduğunu, aşırı doz alındığında bağışıklığın baskılandığını göstermektedir. Ayrıca vücuttaki bakır seviyesini azalttığı göz önüne alınarak kullanılmalıdır” diyen Prof. Dr. Deniz, bu nedenle vitamin ve minerallerin alımında dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Bağışıklık Sistemini Güçlü Tutmanın Başlıca Yollarından Birisi: Düzenli Uyku
Düzenli uykunun bağışıklık sistemini güçlü tutmanın başlıca yollarından birisi olduğunu dile getiren Prof. Dr. Deniz, uyku sırasında salgılanan melatonin seviyelerinin en yüksek olduğu gece saatlerinde uyumanın önemli olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Deniz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Melatoninin kansere karşı bağışıklık sistemini olumlu etkilediği, depresyon ve stresi azaltıp yaşam süresini artırdığı ve yaşlanma bulgularını azalttığı bildirilmektedir. Günlük 6 saatten az uyuyan kişilerde günlük 7 saatten fazla uyuyan kişilere göre soğuk algınlığına yakalanma ihtimalinin 4,2 kat daha fazla olduğu, 5 saatten daha az uyuyan kişilerde ise bu riskin arttığı gösterilmiştir. Doğru ve etkili el yıkamak, havalandırılmış ortamlarda bulunmak, bol miktarda sebze ve meyve tüketmek, tek tip beslenmekten kaçınmak, yararlı her türlü besinin dengeli tüketilmesini sağlamak, kişisel hijyene özenmek, düzenli uyku, egzersiz, stresten uzak kalmaya çalışmak korunmada en önemli faktörler arasında yer almaktadır. Tüm bunların yanında pozitif olmak, doğayı, insanları ve hayvanları sevmenin de etkileri unutulmamalıdır.”
Koronavirüs ve Oruç Tutmak
24 Nisan’da başlayacak Ramazan ayı öncesi en çok merak edilen konuların başında koronavirüs salgını varken oruç tutulup tutulması gerektiği geliyor. Prof. Dr. Deniz, “Oruç tutmanın bağışıklığı güçlendirdiğine dair bir çalışma bulunmamakla birlikte, beslenme tarzında yapılan bazı değişikliklerin intermittent (aralıklı) beslenmenin bağışıklığı güçlendirdiği gösterilmiştir” diyerek “Örneğin, gün içerisinde yalnızca 8 saat aralığında yemek yemek, 16 saat yemek yememek mTOR adı verilen hücre içi sensörlerin doğru çalışmasını sağladığı için bağışıklık sistemine olumlu etkileri olduğu, gene aralıklı açlık uygulamalarının enflamasyonu ve özellikle damarla ilgili olumsuz etkileri azalttığı gösterilmiştir” dedi.
Prof. Dr. Deniz, “Oruç tutarken iftarda çok fazla yemekten ve sahura kalkmadan oruç tutmaktan kaçınmak, iftar ve sahurda dengeli ve doğru beslenmek, bol sıvı ve sıvı gıdalar tüketmek büyük önem taşımaktadır. Proteinler vücudun temel işlevlerini sürdürebilmesi için gerekli olan besin ögelerinden biridir. Bu nedenle protein alınması fakat karbonhidrat, yağlı ve şekerli yiyeceklerden, rafine edilmiş içinde katkı maddesi bulunan gıdalardan uzak durulması gerekmektedir” dedi.
İftarda taze ve mevsimindeki sebzeler, proteinli gıdalar ve meyveler ile beslenmenin bağışıklık sistemini olumlu etkilediğini bildiren Prof. Dr. Deniz, oruç tutarken uyku düzenine de dikkat etmek ve vücutta bağışıklık açısından stres yaratmamanın önemli olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Deniz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Unutmamamız gereken oruç sağlıklı insanlar için farzdır. Kronik hastalığı (diyabet, yüksek tansiyon, kalp, immün yetersizlik, kanser gibi) olanlar, oruç tutamayacak kadar yaşlılar, hamile veya emziren kadınlar, oruç tutmaları halinde hem sağlıklarının hem de sağlık hizmetlerinin aksamasından endişe edilen sağlık çalışanları, ağır işlerde çalışanlar, COVID-19 teşhisi konmuş ve doktoru tarafından oruç tutması sakıncalı olanlar oruç tutmamalıdır. Ayrıca kanser hastaları, kronik hastalığı nedeniyle sürekli ilaç kullananlar (steroid)veyaimmün yetersizlikli bireyler aşı ve ilaç rejimlerini bozmamalıdırlar. Sosyal mesafeyi korumak için ramazan ayı boyunca toplu iftar yemeklerinden kaçınmak, evde iftar daveti vermemek ve davetlere gitmemek korona salgınından korunmak için önemlidir.”
Pandemi Süreci Devam Ederken..
İnsanlık tarihi boyunca farklı dönemlerde görülen veba, kolera, AIDS gibi pandemilerin çok sayıda insanın ölümüne neden olduğunu belirten Prof. Dr. Deniz, “Pandemi sürecinde insanların alışkanlıkları ve rutinleri etkilenmekte, sosyal izolasyon farkındalığı arttırarak kişilerin sağlıklı beslenmenin ve bağışıklık sisteminin önemini anlamalarını sağlamaktadır. Küresel olarak bakıldığında herkes için yeterli yiyecek olduğu söylenmekle birlikte pandemi sürecine bağlı olarak aksamalar görülebilecektir. Aşının veya alternatif ilaçların bulunması vakit alacağından herkes bağışıklık sistemini güçlü tutması gerektiğini anlayacak, dengeli ve düzenli beslenmeye çalışacaktır” dedi.
Ekip biçmenin insanı doğaya yaklaştıran bir faaliyet olduğuna değinen Prof. Dr. Deniz, “Bitki yetiştirmek ve ondan ürün almak fiziksel olduğu kadar ruhsal olarak da bireyi formda tutar. Son yıllarda bahçede hatta balkonda tarım yapmak, hasattan reçel, salça, konserve yapmak oldukça popüler olmuştur. Pandemi sırasında evine kapanan insanlarımız kendi ekmeğini yaparak bir yandan becerileri ile bir yandan otonom oldukları için mutlu olmuşlardır. Bu da bize doğru tarımın ve yerli tohumun önemini hatırlatmıştır” dedi. Hastalıklara dirençli atalık tohum ve hayvan soylarının topraklarımızda mevcut olduğunu söyleyen Prof. Dr. Deniz, “Artan nüfusumuzun sağlıklı bir şekilde beslenmesi için doğal güzelliklerimizin korunması şartı ile tarım alanlarının şehirleşmeye ve turizme kurban edilmesinin önüne geçilmelidir. Sağlıklı gıda ile beslenen ve doğa ile birlikte yaşayan mutlu insanların bağışıklık sistemi daha güçlü olur ve hastalıklarla baş edebilir” dedi.
“Pozitif düşünce beyinden iyileştirici, mutluluk verici hormonlar olan endorfin ve serotonin salgılanmasını sağlar. Çalışmalar, iyimser insanların bağışıklık sisteminin daha güçlü olduğunu, kronik hastalıklara daha az yakalandıklarını göstermektedir” diyen Prof. Dr. Deniz, bu geçirdiğimiz pandemi döneminde umudumuzu yitirmeden, pozitif düşünerek, sürece olumlu tarafından bakarak istediklerimizi elde etmenin imkânsız olmadığını unutmamamız gerektiğini belirterek sözlerini noktaladı.