Doç. Dr. Berceste Gülçin Özdemir
‘’…Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü…’’ (Can Yücel, Bağlanmayacaksın şiirinden)
Blue belgeseli (M. Sertan Ünver-2017) beni müziksever olarak 1990’ların Türk rock kültürüne ait zamanlarına, mekanlarına ve anılarına ışınladı. Blue Blues Band grubunun (1991 yılında Yavuz Çetin ve Batu Mutlugil tarafından kurulan grup) üyelerinden Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’yı odağa alarak 90’ların rock müzik tarihine ve kültürüne izleyiciyi götüren belgesel, izleyicinin anlatı sonunda kendi başına saatlerce düşünüp anılarını hatırlamasına olanak sağlıyor.
Dönemin önemli müzisyenleri, müzik eleştirmenleri, Çetin’in ve Çaplı’nın yakınları bu dahi iki müzisyenin iç dünyasını anlatmaya çalışıyorlar belgeselde. Çalışıyorlar, çünkü her iki müzisyenin zihinleri ve varoluşları ‘’normal’’ akışında giden hayatın içinde değil. Çetin, Boğaziçi Köprüsü’nde atlayıp intihar ettiğinde manşetler ‘’Müziğin Altın Çocuğu’’ olarak ondan bahsediyorlar. Çaplı, beyninde varolan bir rahatsızlık nedeniyle öldüğünde ‘’Türk Rock Tarihi’nden Çaplı Geçti’’ deniliyor. Onlar, daha farklı, daha başka ve daha sanatçı olarak görülüyorlar. Yaşadıkları hezeyanlar, müziğe duydukları heyecan iki müzisyenin de başka gözlerle ve kulaklarla, izlenilmesine ve dinlenilmesine yol açıyor. Blues’un tam olarak anlaşılamadığı bir ülkede, Çetin gitarından çıkan tınılarla müziğin dehlizlerinde yol alırken ülkesinin müzik tarihinde nasıl yer edeceğini bile bilemiyordu belki. Çaplı, davulunu çalıp kendinden geçerken ve davulun ritmiyle birlikte şarkıya eşlik ederken ortaya çıkardığı üretimin ne denli sarsıcı olduğunu anlamlandıramamıştı belki de. Belki de diyorum, çünkü belgeselin de izleyiciye sunduğu, iki müzisyenin de kendine özgü müzik anlayışında, kendine has mütevazılıklarının da oldukça dikkat çekici olduğuydu. Erkan Oğur’un konuşamayıp yüzünü gitarıyla sakladığı sahnede sanıyorum ki 90’ları derin derin anımsayan her müzikseverin ve o dönemi “yaşayan” herkesin gözleri dolmuştur.
1990’lar Türk müzik tarihinde başka alanlar açtı müzisyenlere de müzikseverlere de. Her tür müziğin dinlenebileceği mekanlar, konserler, bunların yanı sıra çeşitli türleri sunmaya çalışan amatör gruplar ve organizasyonlar vardı 90’larda. Benim de bire bir müzikle daha yakın bağ kurmam 12 yaşında gitar dersi eğitimi almamla başlamıştı. Ne kadar fazla müzik hakkında bilgi sahibi olursam, daha iyi çalacağımı, daha geniş perspektiften duyacağımı hep düşünmüştüm. Dönemin müzik dergilerini takip eder, hatta yarı Amerikalı Türk arkadaşımın anneannesinin Amerika’dan yolladığı müzik dergilerinden de bilmediğimiz grupları öğrenmeye çalışırdık. İyi bir müzisyen olmak, saatlerini emek harcadığın enstrümanla geçirmek demekti. Genç eğitmenim, günde en az 6, 7 saat çalışmalısın ki iyi bir müzisyen olabilmesin dediğinde, benden ancak iyi bir müziksever olacağını anlamıştım. Konserlere gitmeye devam ettim, müzik dergilerini takip ettim, sevdiğim sanatçıların biyografilerini detaylı olarak araştırıp kimsenin bilmediği bilgileri zevkle paylaştım. 90’lar tüm bu süreç içinde bana ve benim gibi müzikseverlere çok fazla olanak sağladı. Walkmenlerimizde, discmanlerimizde dinlediğimiz kasetlerden, cdlerden çıkan seslerin sahiplerini görme fırsatımız oldu. Stadyum konserlerine Metallica’nın kaç tonluk araçla geldiği, kaç tırla gittiği bilgisi, Michael Jackson’ın gerçek Jackson olup olmadığı sorunsalları bizlerin derdiydi. Sadece dinlemiyorduk, anlamaya ve anlamlandırmaya da çalışıyorduk müziğin içinden geçen hayatı. Birbirinde farklı ve rengarenk imajlardan kimin hangi tür müzik dinlediğini anlar ve bu noktadan başlayan süreçle entelektüel sohbetler geliştirirdik aramızda. 90’larda Türkiye’de gelişen, dönüşen, farklıyı sunmaya çalışan müziği anlamaya çalışan kuşak, müziğin derinliğini, hayatı, zamanı ve bunların içinden geçen mekanları içselleştirmişti.
Birçok konser mekanı, hafıza mekanıydı. Dinlenen müzikle zihinde çıkılan yol, derin ve felsefikti. Sanatın içinden geçerek hayatı anlamak, anlamaya çalışmak bir amaçtı. Blue belgeseli 90’lara dair anıları, mekanları, insanları, ve müziğin derinliğini tekrar izleyiciye hatırlatıyor. Müziğin içinden tutkuyla geçmeden, hakiki bir sanatçı olmadan sanat yapamamanın da gerçekliğini sunuyor. Mesele, Çetin’in ve Çaplı’nın “dahi” olması değil sadece, en önemlisi kendilerine göstergeler yüklemeden, kodlarla bağ kurmadan, çok çalışarak ve emek vererek bir şeyler üretiyor olmaları, ve bunu yaparken işlerini hem çok ciddiye almaları, hem de bir o kadar ‘’biz ne yaptık ki?’’ diyecek kadar mütevazı olmaları. Belgesel, 90’ların Türkiye’deki sosyo-kültürel yapısını ve ruhunu yansıtması bağlamında, odağa aldığı müzisyenlerin eserleriyle ve dünyayla kurdukları ilişkileri temelinde önemli ve derin referanslar içeriyor. Belgeselde kimlerle röportaj yapıldığına dair: Akın Eldes, Ayhan Sayıner, Aylin Aslım, Barış Özgen Şensoy, Batu Mutlugil, Batur Yurtsever, Bobby Dick, Burak Güngörmüş, Bülent Özdemir, Cenap Oğuz, Cenk Taner, Çağlan Tekil, Defne Halman, Demirhan Baylan, Deniz Arcak, Didem Berkes, Dom DoMieri, Ekrem Özkarpat, Emre Noyan, Ercan Saatçi, Ercüment Vural, Erkan Oğur, Esra Uygun, Fethi Taner, Galip Tekin, Gerhard Joost, Göksel, Gültekin Kaçar, Gür Akad, Güven Erkin Erkal, İskender Paydaş, Jake Gerber, Mehmet Demirdelen, Melis Danişmend, Metin Kalaç, Mine Erkaya, Murat Beşer, Murat Meriç, Nejat İşler, Ömer Ahunbay, Özlem Kumrular, Perin Konyalıoğlu Erk, Selim Öztürk, Sunay Özgür, Sururi Demirtaş, Taner Öngür, Tanju Eksek, Tarkan Mumkule, Taylan Dedeoğlu, Teoman, Volkan Başaran, Volkan Öktem, Zafer Yalçınpınar, Zafer Şanlı. Popüler isimlerin de içinde yer aldığı uzun listede Çetin ve Çaplı’ya dair düşüncelerle 90’ların evreninde gezineceksiniz. Arşiv görüntüleri ve tanıklıklar izleyiciyi hem belgeselin özünü hissettirmekte, hem de belgeselin o ‘’didaktik’’ yapısının içindeki gerçekliğe samimiyetle götürmekte.
İşini iş olarak görmeyip, hayatının aşkı olarak tutkuyla işine bağlanan, müzik tarihimize katkıları olan iki önemli insanı özetliyor belgesel. Çeşitli konuşmacılar, belge görüntüler, hafıza mekanları, 90’lar ve müzik, Blue belgeseli, müziği derinden hissedenlerin izlemesi gereken bir belgesel.
Ne kadar bağlanmalı hayata ve yaptığımıza diye başladı yazı Yücel ile ve tekrar Bağlanmayacaksın şiirinin son dizeleriyle sorgulayarak bitirelim:
‘’ … Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…’’’