Mazlum Bucuka
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak görev yapan Doç. Dr. Ateş Uslu’nun üç ciltlik kitabı “ Siyasal Düşüncelerin Toplumsal Tarihi” Yordam Kitap’tan çıktı.
Uzun yıllar boyunca siyasal düşünce tarihi üzerinde çalışan ve halen İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde siyasal düşünceler tarihi disipliniyle ilişkili dersler veren Doç. Dr. Uslu’nun, on yıllık çalışması “ Siyasal Düşüncelerin Toplumsal Tarihi”, M.Ö. 3000’den M.S. 20. yüzyıla kadar siyasal düşüncelerin izini sürüyor. Sadece siyaset felsefesi metinlerini değil, şiir, destan, tiyatro oyunu ve söylev gibi başka pek çok türden metni de irdeleyen Uslu, çalışmasını geniş bir yelpazeden okurlarına sunuyor.
Doç. Dr. Ateş Uslu ile son çalışması “Siyasal Düşüncelerin Toplumsal Tarihi” üzerine konuştuk.
Kitabın hazırlanış süreci nasıl gelişti?
Esasında bu kitap ders vermeye başlamamla ortaya çıktı. Lisans düzeyinde ders vermeye başladığımda, kendi notlarımı kendim almaya başladım. Çünkü var olan kitaplar ya beni tatmin etmiyordu ya da kendimden bir şeyler katmaya çalışıyordum. Bir de öğrencilerime saygı gereği, kendi perspektifimden de bir şeyler anlatmak istiyordum. Böyle şekillenmeye başladı bu kitabın içeriği. Genelde zaten düşünce tarihiyle alakalı dersler verdiğim için verdiğim dersler, birbirini tamamlayan derslerdi. Derslerde aldığım notlar yığıla yığıla birikti ve gelişti. Bu on yıllık bir süreci kapsıyor, bahsedilen on yıllık süreç aslında o. On yıl boyunca notlar aldım belki ama 2017 civarında bunu bir kitap haline getirebilirim diye karar verdim. Bir önceki kitabım Siyasal Düşünceler Tarihine Giriş’i yazdıktan sonra, aslında biraz da öğrencilerim hızlandırdılar süreci. Ben belki uzun yıllar sonra yazarım diye düşünüyordum. Ama öğrencilerim; “Hocam önceki kitapta yöntemden bahsettiniz, farklı farklı yaklaşımlardan bahsettiniz. Sizin yaklaşımınız nasıl olur bu konuda? Onu biz ne zaman duyacağız?” dediklerinde anladım: Derslerde anlattıklarımı bir de kitap olarak sentezlemem bekleniyordu. O zaman da bu kitabı yazmaya başladım, süreç de kendi kendini geliştirdi. Bir cilt mi olur, iki cilt mi olur derken üç cilde kadar çıktı.
Daha önce, ‘Lukács: Marx’a Giden Yol’ ve ‘Siyasal Düşünceler Tarihine Giriş’ kitaplarınız yayınlanmıştı. Son çalışmanız bu kitapların bir sonucudur diyebilir miyiz?
Diyebiliriz tabi. Hepimizin hayatında kopuşlar ve süreklilikler vardır. Hem geçmişten bir şeyler buluruz şu anki hayatımızda, hem de bir şeylerimiz değişir ama mesela ‘Lukács: Marx’a Giden Yol’ kitabına tekrar baktığımda aslında o dönemde sorduğum pek çok soruyu, bu dönemde hala sorduğumu görüyorum. Lukács, benim önemsediğim bir filozof. Onun sorduğu soruları sormaya devam ettiğimi görüyorum. Kitabın giriş kısmında da belirttim; Lukács’ın felsefesinden, topluma ve siyasete yaklaşımından hâlâ etkilendiğimi fark ediyorum.
Bir önceki kitap zaten ‘Siyasal Düşünce Tarihine Giriş’ başlığı altında; bu disiplinde, bu alanda farklı yaklaşımları özetlediğim bir kitaptı. Oradaki haritalama girişiminden sonra ‘bu alanda ben ne yapabilirim?’ sorusunu hem ben kendi kendime sordum, hem öğrencilerim sordu. O yüzden bunların devamı diyebiliriz.
Sizin çalışmanızın bu alanda yapılan diğer çalışmalardan farkı nedir?
Tabii çok farkları var. Zaten ben, akademik yayıncılıkta ya da herhangi bir alanda birbirini neredeyse aynen tekrar eden kitapların yayınlanmasını çok anlamlı görmem. O yüzden yeni bir şey yazacaksam, bana göre, bunun özgünlük değeri olması gerekir.
Farklı yanları neler? Türkiye’deki ve hatta dünyadaki literatüre göre diyebilirim rahatlıkla, pek çok farklı yanları var. İki, üç noktada özetlersem;
Genellikle siyasal düşünceler tarihinde, anlatı büyük düşünürler üzerinden gider. Gerçekten de büyüklüğü tartışılmaz düşünürlerdir bunlar. Çok etkili olmuşlardır ve başka düşünürleri de etkilemişlerdir. Platon, Aristoteles, Hobbes, Rousseau… Aslında düşünsel hayatta neler oluyor sorusuna yanıt verirken bir dönem tasviri yapmaya çalıştım. Bunu yapmaya çalışan başka tarihçiler de var elbette, ben onların çabalarını devam ettirdim.
Buna ek olarak bir de coğrafi yayılma açısından diğer çalışmalardan biraz daha farklı. Genellikle batıdaki büyük düşünürler üstünden anlatılır bu öykü. Ben böyle bir sınırlama yapmadım. Dünya çapında düşünce tarihine bakmaya çalıştım. O yüzden Çin, Hindistan, Latin Amerika, yapabildiğim kadarıyla Afrika, Batı Avrupa, Doğu Avrupa… bunlara bakmaya çalıştım.
Hepsine ek olarak da kitabın başlığı, ‘Siyasal Düşüncelerin Toplumsal Tarihi’. Düşünürü, toplum içinde bir insan olarak konumlandırmaya çalıştım. Yani yaşadığı dönemde toplumsal koşullardan nasıl etkilenmiş, onları nasıl etkilemiş? Bu sorulara yanıt vermeye çalıştım ve düşünceleri, toplumsal sınıf ve toplumsal cinsiyet zemininde incelemeye gayret ettim. Bu üç noktada farklı olduğunu söyleyebilirim.
Çalışmanızda sadece siyaset felsefesi metinlerini değil, şiir, destan, tiyatro oyunu ve söylev gibi başka pek çok türden metni de incelemişsiniz. Bu kadar geniş çaplı bir çalışmada kaynaklara ulaşma ve inceleme sürecinde nasıl bir yol izlediniz?
Öyle metinler var ki çok önemli edebi metinler diyebiliyoruz ama bu metinlerin, o dönemde oynamış olabileceği siyasal rolü bazen göz ardı edebiliyoruz. Hatta bazen konduramıyoruz. Büyük bir sanat eserinin sanki siyasal bir işlevi olamazmış gibi, bir siyasal nedenden oluşmamıştır diye düşünebiliyoruz. Ben aslında şu soruyu sordum; bir dönemde siyasal tartışmalar yapılıyor, siyasal fikirler, kavramlar ortaya konuyor ve bunları eserlerine nakşedenler yalnızca büyük düşünürler değil. Sıradan insanlar da bu kavramlarla konuşuyorlar, sanatçılar da bunlardan bahsediyorlar. Özellikle sokaktaki insanın siyaseti nasıl tasavvur ettiğini, hangi kavramları kullandığını görmek için tam da bu türden, büyük düşünürlere ait olmayan eserlere de ihtiyacımız var. Tiyatro oyunları, şiirler, destanlar gibi. Bu tabii muazzam kaynak çeşitliliği getirdi. Yazım sürecinin aslında beklediğimden de uzun sürmesinin nedenlerinden biri de bu. Çünkü her seferinde, acaba bu dönemde ne yazılmıştır diye sordum ve o dönemin iyi bilinen bir takım edebi metinlerine gitmem gerekti. Dönemine göre gazete yazılarına gitmem gerekti. O yüzden benzer çalışmalara göre çok geniş bir kaynakça olduğunu söyleyebilirim. Bir de birincil kaynak kullanımına çok önem verdim. Yani bir dönemin, bir düşünürün üzerine yazılanlar vardı bir de doğrudan doğruya o dönemde yazılan o düşünürün yazdıkları vardı. O yüzden de her bölümün sonunda bir kaynakça bir de bibliyografya bulacaksınız: Kaynakçada birincil kaynaklar yer alıyor, biraz önce bahsettiğimiz gibi, ele aldığım dönemlerde yazılan eserler. Bir de bibliyografya var, bu dönemlerin siyasal düşünceleri üzerine yazılan eserler.
Çalışmanız aslında büyük bir çalışma, uzun bir dönemin siyasal düşünce tarihini analiz ediyorsunuz. Haliyle bu çalışmayı okumak da biraz zorlaşıyor. Okurların kitabı nasıl bir yöntemle okumasını tavsiye edersiniz? Okurlar çalışmayı okuduktan sonra bir ana fikir edinmeli mi?
Kitabın hacmi, ele aldığı coğrafya ve zaman dilimi okuyucu için yıldırıcı olabilir gerçekten. Yazan kişi için de böyle. Çoğu zaman acaba ben nasıl bir sürecin içine girdim diye düşündüğüm de oldu. Okuyucuya yol göstermek için de; sürekli ara sonuçlar bulacaksınız kitapta. Yani ara toparlamalar ve genel toparlamalar. Bir genel girişi var kitabın, bir de genel sonucu var. Oradan aslında benim sorduğum sorular, benim verdiğim yanıtlarla kitabın ana fikrine dair bir şeyler oluşacaktır. Okuyucu nasıl okumalı kitabı? Bu biraz ilgi alanına göre ve beklentisine göre değişir. Yeri gelir baştan sona okumak ister, yeri gelir Bizans siyasal düşüncesini merak eder; o bölümü açar ondan sonra atlayarak devamını başka bir yerden okur. Baştan sona okunmasa da yine merak edilen dönemler, merak edilen kavramlar üzerinden okunabilecek bir kitap.