Rukiye Kürek
Ahlat Ağacı, bir Nuri Bilge Ceylan filmi. Peki Nuri Bilge Ceylan kimdir? Nuri Bilge Ceylan, Altın Palmiye ödüllü Türk film yönetmeni, senarist ve fotoğraf sanatçısı.
Sekizinci filmi olan Ahlat Ağacı filmiyle, 2018’de festival filmlerinin konuşulan yönetmeni olma şansını elde etti. Ahlat Ağacı’nın içeriğine gelmeden önce künyesi hakkında bilgi verelim.
Ahlat Ağacı; 2018 yapımı, 3 saat 9 dakika süresi olan drama kategorisinde bir festival filmi. Yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ ın yaptığı, senaryosunu Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan ve Akın Aksu’nun yazdığı birçok ödüle aday gösterilen filmin ilk gösterimi 2018 Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirildi. Yapımcılığını Türkiye’de Zeynep Özbatur Atakan, yurtdışında ise Alexandre Mallet-Guy üstlenmiştir. Başarısını 1.7 milyon dolar bilet gişesiyle gösteren film, İMDb’den aldığı 8,1’lik oyla da başarısını bir kez daha gözler önüne serdi.
Filmin içeriğine gelince; Sinan sınıf öğretmenliği bölümünü bitirmiş, kasabasına dönmüştür. Hayali, yazdığı kitabı bastırmaktır. Ama babasının geçmişte yaptığı borçlarla karşılaşır. Sinan, kitap basımına engel olan maddi sıkıntıları aşmak için babasının çok sevdiği köpeği satar. Baba-oğul çatışmasını yansıtan film aslında bir Türkiye portresidir.
“O cesareti gösteremeyenler varolmayı değil kul olmayı tercih ediyor”; bu cümle, filmin ilerleyen sahnelerinde köy imamı Veysel efendi ve Sinan arasında geçen diyaloğun küçük bir parçasıdır. Bu cümleyi genç, dinamik bir o kadar da zayıf olan Sinan’dan duyuyoruz. Cümleyi sadece din açısından yorumlamak ne kadar sığ ise bir o kadar da hayatın tüm gerçekliğini tek bir argümana sığdırmaya çalışmaktır. Nasıl mı? Hayallerinde, hedeflerinde, ilahi arayışta, “ben” olabilmekte cesaret gösteremeyenler, başkalarının kendisi için çizdiği hayat çemberinin içinde, iradesi olmadan yaşamaya mahkum ve sığ bir kulluk içerisindedir.
Filmde Türkiye’nin fikirsel iklimi, örfsel yaşantısı ve en önemlisi de hayat dinamizmi tüm gerçekliyle baba-oğul çatışması içerisinde bize sunulmuş. Bir yanda inşa edilmeye çalışılan gelecek bir yanda da reddedilişlerle, nedensellikleriyle boğuşan bir gencin babasına dönüşme serüveni seyircinin idrakine bırakılmış.
Sinan’ın var olma döngüselliği, yazar Süleyman’la giriştiği fikirsel ve tüm duygusal zıtlığıyla savunduğu, sorguladığı ve reddettiği çatışma, mekansal ve konu geçişleriyle hayattan bir perdeyi başarılı bir şekilde yansıtmıştır.
Aslında baş karakterimiz Sinan’ın annesi, babası, yazar Süleyman, imamlarla ve lise arkadaşı Hatice ile girdiği diyaloglar hepimizin hayatında bir parça dahi olsa yer bulmuş ve sorgulanmış olgulardır. Ya da hiç açılmamış, açılmaya fırsat bile bulmamış gerçekliğimizdir. İzleyen herkesin kendinden bir parça bulmasının mümkün olduğu bir film Ahlat Ağacı.
Konuşurken yıkıcı olup kendi içimizde çürütemediğimiz bir başkalaşım olan yaşam örgümüz, bizi istemediğimiz bir dönüşüme sürüklerken kendimizden, olacağımız “ben” den nefret ettirirken oluşumunu tamamlamış olacaktır. Tıpkı Sinan ve babası İdris’te gördüğümüz birbirine sirayet ediş gibi.
Peki imamların dine bakış açılarındaki farklılık ve birbirini inkar eden inanç çatışması; “değiştirmemek için değiştirmeme konusunda ısrar var” “değiştirmiş olmak için değiştirmekte ısrar yok mu sizinkinde” şeklinde gelişen konuşmaya biraz geniş bir perspektiften baktığımız da hayatımızda iyi-kötü ve duygusal düzlemde, inşa ediş ve yıkışta her şeyi iki uç arasında yaşıyoruz. Bunu daha da açacak olursak Türkiye gerçekliğini yansıtmış, daha doğrusu bunun üzerine tasarlanmış bu film Nuri Bilge Ceylan’ın kadrajıyla bize ayna olmuştur.
Çanakkale’nin Yenice ve Çan ilçelerinde çekimleri yapılan film, Anadolu’nun ekonomik, iklimsel şartları iyi kullanılmış. Bölgesel ve toplumsal anlayışın kaynaşmasına tanık olduğumuz bu yaşam kurgusu içerisinde insanın toprağa dönüşünü ve toprakla olan bağını bir kez daha özümsüyor ve hatırlıyoruz.
Doğanın, insanın, nesnenin ve en önemlisi de hayatın sesinin kısılmamasıyla, örtbas edilmemesiyle filmi hayatımızın bir kesitinde yaşayabiliyoruz.
İnsana kendine tanık olma şansını, sadece senaryosuyla değil mekanlarıyla, karakterleri ve sorunları elen alan kurgusuyla “yaşamına tanık ol” şeklinde veriyor film.
İnsanın kaçışını ve geriye dönüşünü, Sinan’ın ilham alarak kitabını yazdığı ve babasına itiraf ettiği şu cümleden anlıyoruz; ‘’Yamaçta bir ahlat vardı. Okulun karşısında, ona bakarak anlatmıştın. Seni de, kendimi de hatta bazı açılardan dedemi de bu ahlata benzettiğim oluyor bazen. Ne bileyim uyumsuz, yalnız, şekilsiz…’’ Kendisini, babasını hatta dedesini de tek objede topladığı ahlat ağacı, hayatın özeti olabilir mi? Sinan’ın babası İdris Karasu’nun diyaloğunu aktardığımızda düğümü çözmek için ilk ve son hamleyi yapmış olacağız. İdris Karasu; “Ee herkesin bir tabiatı var tabi, ondan kaçış yok. İş bunu kabullenip sevebilmekte. Ahlatın meyvesi de şekilsizdir mesela. Ama bazen onunla kahvaltı ediyorum burada ve o kadar güzel geliyor ki!” Kendinden bir başkasına yahut da bir hiçliğe kaçamazsın. Gerçekliğinle yüzleş, mücadele et ama reddetme. Kendini anladığında “ben” olabilme meyvesine erişeceksin. İşte hayatın, özelde de Türkiye’nin gerçekliği budur. Unutulanların hatırlatıldığı, görmezden gelinenlerin apaçık önümüze konulduğu milyonlarca hayat içerisinden birine tanık edildiğimiz ahlat ağacı, eksikleri ve fazlalıklarıyla Türkiye’nin kendisidir.