Haber: Ece Nur Namlı
Görsel Tasarım: Teoman Süalp
İstanbul Üniversitesi Haber Merkezi
Nerede eski esnaflar? Nerede eski esnaflık? Bu ve bunun gibi soruları hep duymaktayız. Tarihi Yarım Ada’nın önemli bir parçası olan, Kanuni Sultan Süleyman’ın bıraktığı izleri günümüze kadar yaşatan Süleymaniye ve Vefa’nın esnafları İstanbul Üniversitesi Haber Merkezi’ne konuştu.
Tüketim alışkanlıklarının değişmesi, her şeyin online bir hal alması, dijitalin her alanı ele geçirmesi ve insanların kolaya çabuk uyum sağlamasıyla esnaflık da dönüşüme uğradı. Eskiden sahaf sahaf gezer, alışverişimizi pazar çarşı dolaşarak yapar, yemeklerimizi yerinde yerdik. Şimdilerde ise her şey dijitalde yürüyor. Esnaflar siparişlerini uygulamalar üzerinden alıyor, müşteriler ise yerine gitmektense daha çok online alışverişi tercih ediyor. Değişim yalnızca bununla sınırlı değil. İnsanların birbirine yabancılaşması, güven ortamının azalması ve eski esnaflığın ölmeye başlaması da bu sürece eklenince ne yediğimiz yemeklerin ne de kokusunu almadan elimize gelen kitapların tadını alabilir olduk.
Esnaflık deyince; eski samimiyetini, ruhunu koruyan, buram buram tarih kokan Süleymaniye ve Vefa esnafından yılların sahafıyla, ilk fasulyeciyle ve Süleymaniye Çikolatacısı ile konuştuk. Hepsinin ayrı bir hikâyesi, yolculuğu ve samimiyeti var. Bugünlerde bile bizlere eski esnaflık ruhunu hissettiren aynı zamanda yaşatan Süleymaniye ve Vefa’nın vefalı esnafları…
“İstanbul’un başka bir yerinde Vefa’daki esnaflığı bulamazsınız”
Vefa’nın ilk kuru fasulyecilerinden olan, Tarihi Vefa Kuru Fasulyecisi’nin sahibi Mustafa Aydın’ın hikayesi 42 yıl önce başlamış. Vefa’nın en bilinen esnaflarından biri olan Aydın için esnaflık sıfırdan başlayıp kendi hikayesini yazdığı uzun yıllara dayanıyor. Aydın, Vefa’daki esnaflığın ölmediğini ve o çevredeki esnaflığın İstanbul’un hiçbir yerinde bulunamayacağını vurguluyor.
Bu kadar adını duyurmuş bir kuru fasulyeci olmadan yıllar evvel, tezgâhta bulaşık yıkayarak işe en temelden başladığını söylüyor. 4 yıl boyunca bulaşık yıkadığını, mutfağa girmediğini, yalnızca uzaktan izlediğini belirtiyor. Aydın, “Direkt olarak tezgâha ya da yanlarına almış olsalardı bu kadar başarılı olamazdım” diyor.
Vefa çevresinde pek çok ünlenmiş kuru fasulyeci bulunmakta ancak Aydın, Vefa çevresinin ilk kuru fasulyecisi. Aydın’ın bugünlere gelmesi bakıldığı kadar kolay olmamış. Bu meslekte yıllarca çalışıp pişmiş. Aydın, “Bu işe, çocukluk zamanlarımda, memleketim Konya’da amcamın ve babamın yanında bulaşık yıkayıp yardım ederek başladım. İstanbul’a gelince 17 yıl Süleymaniye’de çalıştım. Alibaba Kanaat Lokantası vardı, oranın ustalığını yaptım. Orası sonra el değiştirdi. Ben de onlarla çalışmak istemedim. Zaten yıllar içinde ustalık öğrendim, lezzetimi oturtturdum. Bu nedenle de kendi dükkanımı açmak istedim. Bu gördüğünüz lezzetlerin hepsi benim. İstanbul’a 1979’da ilk geldiğim zamanlar buraları geziyordum. Bu çevreyi, Vefa’yı da seviyordum. Dükkanımı açacağım zaman hem yakın bölgede olsun diye hem de Vefa’yı sevdiğim için burayı seçtim” dedi.
“Vefa’da esnaflık ölmez”
Vefa ve çevresinde esnaflığın ölmeyeceğini, bu çevrede gerçek esnaflığın olduğunu vurgulayan Aydın, “Burada benim gibi eski esnaflar var. Biz büyüklerimizden ne görüyorsak onu yapıyoruz. Bu işte ustalarımdan büyüklerimden gördüğüm gibi ben de birçok öğrenciye yardım ettim. Bazı öğrencilerin durumu olmadığını gördüğümde onlara yemek ikram ediyorum ama onlara zengin bir müşteri geldi ve ödedi diyorum. Çocuklar daha sonra gelip sorduklarında tanımıyorum diyorum. Bir gün öğrenciyken sürekli yemeğimi yiyen bir çocuk okulu bitirince geldi. Dedi ki mezun oldum bari şimdi söyle kimdi o hayırsever, dedim ki bendim. Neden böyle bir şey yaptın dedi. Ben de ona benim de iki tane kızım var okuyor, onlar da öğrenci, gün geliyor belki bana ceplerinde paralarının olmadığını söyleyemiyorlar dedim. Allah okuyan herkese zihin açıklığı versin. Ülkemizin geleceği gençlerimize emanet. Allah yollarını açık etsin. Türkiye’nin geleceği onlara bağlı” dedi.
Her yolun kendine göre zorluğu olduğunu vurgulayan Aydın, kendi dükkanını açtığı esnada Vefa’da esnaflığın bittiğini, kör noktada dükkân açtığını söyleyenlerin olduğunu ancak kendisinin Vefa’da esnaflık yapmanın hayırlı olacağına inandığını söyledi. Aydın, “Biri tabelayı astığımda dedi ki yanlış anlama sana akıl vermek gibi olmasın ama intihar ediyorsun. Niye dedim, kimse gelmez buraya dedi ama Allah’a çok şükür akşama kalmadan yemekler bitiyor” dedi.
“İstanbul Üniversitesi’nin öğrencileriyle iç içe olmak çok güzel”
İstanbul Üniversitesi’nin burada olmasının, öğrencilerle iç içe olmanın çok güzel olduğunu vurgularken onu tanıyan, yemeğini yiyen ve yıllar geçse de selam veren çok öğrencinin olduğunu belirten Aydın, Süleymaniye’de çalışırken ustasının ona, parası olmasa bile öğrenciyi geldiğinde doyurup göndermesini söylediğini ve o mutlaka sana maddi olmasa bile manevi bir şekilde geri döner dediğini anlattı. Aydın, öğrenciye değer vermeyi ustasından ve büyüklerinden öğrendiğini söyledi.
İstanbul Üniversitesi’nden yıllarca pek çok öğrencinin müşterisi olduğunu, çocukların bir nevi elinde büyüdüğünü ve hatta aralarından yüksek konumlara gelen kişilerin bile olduğunu kaydeden Aydın, İstanbul Üniversitesi’nde zamanında öğrenci olup şimdi Erzincan’a vali olan, Batman’da cumhuriyet başsavcısı olan, Kütahya’da il emniyet müdürü olan İstanbul’a geldiklerinde yanlarına uğrayan bu şekilde bir sürü kişinin olduğunu söyledi. Pandemi zamanında öğrencilerin yokluğunu hissettiğine, normalleşme oldukça ve öğrenciler tekrar geldikçe bu çevrenin şenlendiğine de değinen Aydın, son olarak ise şu cümleleri ekledi: “Dışarıdan şube açalım ortak olalım diyenler oldu, oluyor da. Ama kabul etmiyorum. Ben İstanbul Üniversitesi çevresinde olmayı ve Vefa’yı seviyorum. Bu çevre güzel, iyi bir çevre. Herkeste yakınlık, esnaflık, komşuluk var. Bu çevrenin güzel bir ruhu var.”
Gazetecilikten Sahaflığa Uzanan Bir Hayat Hikayesi
Gençliğinde Cağaloğlu’nda gazetecilik yapan Mustafa Hazım Bey kitaplara olan özel ilgisi nedeniyle 25-30 yıldır da İstanbul Üniversitesi çevresinde sahaflık yapmakta. Mustafa Hazım Bey çocukluğunun da bu çevrede, Tarihi Yarımada’da geçtiğini, buranın bir ruhu olduğuna inandığını ve bu çevre içinden uzaklaşmadığını söyledi. Çocukluğundan beri kitaplarla büyüdüğünü, evlerinde babasının büyük bir kitaplığı olduğunu ve hala sakladığını anlattı.
“Sahaflığı da esnaflığı da Kapalıçarşı’nın eski sahaflarından öğrendim”
Eskiden sahaflığın daha yaygın ve değerli olduğunu kaydeden Mustafa Hazım Bey günümüzde sahaflığın büyük oranda bittiğini, eski kitapların yerini güncel kitapların aldığını söyledi. Ustalarından ve sahaflıktan öğrendiği en önemli şeyin kitaplarla kurulan bağ olduğunu belirten Mustafa Hazım Bey, “Ustalarımızdan şunu öğrendik; kitabı okumasan da o kitabın seninle bir iletişimi olabiliyor. Bu çok önemli bir şey, manevi bir şey. Soyut bir iletişim var kitapla insan arasında, yani onun içindeki şeyler seninle bir alaka kuruyor. İşte kitapçılığın böyle de bir şeyi var” dedi.
“Müzik, dekorasyon, koku; bunlar önemli”
Dükkanının bu atmosferinin hem özel zevkinden kaynaklı olduğunu hem de bir zamanlar uğraştığı bir işe dayandığını vurgulayan Mustafa Hazım Bey, “Bir dönem Beyoğlu Pera’da vitrin dekoratörlüğü yaptım. O zamanlar, 60’ların sonu 70’lerin başı farklı bir dönemdi. Fransızca konuşulurdu. Güzel giyimli kadınlar vardı. Çok şık bir atmosferdi. Fransız kalıplar üzerinden çalışan, meşhur bir terzinin butik dükkanında çalışıyordum. Çok zenginlerin geldiği, pahalı olan şeylerin satıldığı, o zamanın en görkemli dükkanlarından biriydi orası. Bütün kalburüstü insanlar orayı bilirlerdi. O küçük vitrinde çok güzel dekorlar yapardık. Öyle bir dönemde iç dekorasyonla ilgilenince çok geniş bilgilere sahip oldum. Kitabı güzel gösteren zenginleştiren aksesuarlar kullanıyorum onlar da zevkime uygun şeyler oluyor. Bence benim dükkanım gibi dükkanlar olmalı. Müzik, dekorasyon, koku; bunlar önemli” dedi. Dükkanına gelen öğrencilerin ve müşterilerinin dükkânı fotoğrafladığını belirten Mustafa Hazım Bey, mühim olanın güzel bir atmosfer sunmak olduğunu ve müşterilerin kitap alsalar da almasalar da kitaplarla ilgilenmelerinin önemli olduğunu ekledi.
“İstanbul Üniversitesi çevresinde esnaf olmak, gençliği daha iyi tanıma imkanına sahip olmak demek”
Mustafa Hazım Bey, üniversitenin çevresinde yıllarca bulunmanın ve gençlerle iç içe yıllar geçirmenin en büyük artısının, gençliği daha iyi tanıma imkânı bulmak olduğunu vurguladı. Değişimleri daha kolay izlediğini, gençlerden umutlu olduğunu ve gençlerin dört nala koştuğunu söyledi.
Yalnızca şu zamanlarının değil, çocukluğunun ve gençliğinin de bu çevrede geçtiğini belirten Mustafa Hazım Bey anlattıklarını şu anısıyla sonlandırdı: “Bu çevrede yetiştim, büyüdüm. Üniversitenin çevresinde bulundum, arkadaşlarım da buralardaydı. Daha küçük sınıflardayken üniversiteli abilerimiz bizlere ders gösterirlerdi. O zamanlar çok aydın bir gençlik vardı. Temel bilgileri o üniversiteli abilerimizden aldık. O üniversitenin içinde büyüdük.”
“Süleymaniye çikolatacısı olarak Süleymaniye’nin ruhunu yaşatmak istedik”
Seyit Mehmet Çağrıcı, Süleymaniye Çikolatacısı’nın hikayesini anlatırken bu yolculuğa 7 yıl önce henüz üniversiteden mezun dört arkadaş olarak atıldıklarını söyledi. Çağrıcı, neden Süleymaniye çevresinde dükkân açtıklarına ve hikayelerine şu şekilde değindi: “Biz İstanbul Üniversitesi mezunu değiliz. Ben Yeditepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunuyum, ortaklarım da endüstri, makine mezunu. Çok farklı alanlardaydık aslında. Bizi ortak arkadaşlarımız bir araya getirdi. Örnek veriyorum; benim Bursalı bir arkadaşım vardı, beni Mustafa Yıldırım ile tanıştırdı. Fakat süreç içerisinde biz birbirimizle o kadar kaynaştık ki o bizi tanıştıran arkadaşlar halkanın dışında kaldı. Hikayemizin başlangıcı böyle, çok küçük bir bütçeyle başladık. Niye bu lokasyon diye düşünürseniz eğer, burada çok fazla işletme var fakat profesyonel işleyen işletme neredeyse hiç yok. En azından biz geldiğimizde hiç yoktu, şu an bir iki tane var. İnsanların rahat edebileceği keyifli vakit geçirebileceği bir ortam oluşturmak istedik. Biz burayı kurduğumuzda her ürünü hikayeleştirdik. Türk kültüründen birkaç katkı yaptık. Ürünlerimizin isimleri farklı, mesela Bezmâra. Unutulmuş bir isim, musikideki bir usül ismi, güzellik meclisi anlamına geliyor. Ürünlerimizin bir hikayesinin olması lazımdı. Öylesine açılmış bir işletmemiz yok. Dekora, tarza geldiğimiz zaman da bulunduğumuz semt Kanuni Sultan Süleyman’ın ismini taşıyor. Biz burada bir dükkân bulduysak buranın ismi Süleymaniye Çikolatacısı olmalı dedik. Yani doku tamamen 16. yüzyılın Süleymaniye’si. Mesela biz bu noktada da etrafımızdan, eşimizden dostumuzdan fikir aldık. Kitapları kurcaladık ama bu işçiliği tamamen kendimiz yaptık” dedi.