Kovan (Eylem Kaftan/2020), Ayşe’nin annesi Cemile’nin bu sözünün temel anlamı ve yan anlamları üzerine kurulur.

Ayşe (Meryem Uzerli), Almanya’daki kent yaşamını bırakarak kuzeydoğu Türkiye’deki çocukluğunun dağlarına, ölüm döşeğindeki annesini görmek üzere geri döner. Ölen annesinin son isteğini onurlandırıp onun sevgili arılarına sahip çıkar. Yerel arıcı Ahmet ile çalışmaya başladıktan kısa süre sonra sorunlar baş gösterir. Dahası bir ayı, kovanlara ve insan hayatına zarar vermeye başlar. Ayşe, arılar ve onlardan daha büyük bir bela olarak ayı ile mücadeleye tutuşur.
Filmdeki doğa-kültür çatışması, geleneksel-modern-postmodern ya da yerel-ulusal-küresel çatışmaları arasındaki gerilime koşuttur. Annesinin geleneksel yöntemlerle arıcılıktan kazanarak gönderdiği para ile Almanya’da modern batılı eğitimi alan Ayşe internetten arıcılık araştırması yapıp, kitaplar okuyarak işi öğrenir. Her bilim aynı zamanda bir düzene sokma, bir sadeleştirme, sindirilemeyecek olanı akıl için sindirilir duruma getirme çabasıdır. Gençlerin görevi, yaşlıları haklı bulup onaylamak değil, kendilerini kanıtlamak, küresel dünyaya engel oluşturan tüm nesnelerden, alışkanlıklardan kendilerini özgür kılmaktır. Modern kimlik ötekine göre tanımlanırken, post modern kimlik geleneksel ile işbirliği yaparak ötekinin kabulünü sağlar, dolayısıyla daha ilericidir. Yağmurda görebildiği için anlık iklim koşullarında bal yapabilecek -Ayşe’nin deyimiyle- İngiltere kraliçesi “öteki” arı mevcut geni bozmakla suçlansa da, Kafkas arıları ile beraber sonunda doğaya tutunur. Ve bu yeni yaşam formu yerel cemaatin besmelesiyle buyur edilerek kabullenilir.
Yaban hayatı koruma derneğinden İlker bilimi, çevreci küreseli temsil eder, yereli yaşatır. Ayşe ile hemşehirlidir, iyi anlaşırlar. Soyu tükenmekte olan boz ayıları gözetim altında tutar, ancak ayı, sadece ayı değildir, aynı zamanda yağmacı ataerkiye göndermede bulunur. Rengarenk arı kovanlarını yağmalar, kuraldır, hayvanlar aleminde güçlü olan öldürür. Ama bir eko-feminist olduğu rahatlıkla söylenebilecek Ayşe duruma el koyar. “Arıcılık erkek işidir” önermesine karşı “alakası yok annemden öğrendim” diye itiraz eder. “Kadınlar daha titizdir, arılar da titizdir, her şeyi zamanında yaparlar. Dünyada arılar yok oluyor, arıcılık artık en önemli mesleklerden” diye devam eder. Manevi bakış açısı vardır Ayşe’nin ve yeşil politikanın hem şefkatli hem de yıkıcı tarafıdır. Çevreciler aynı anda hem yerelci hem de küreselcidir; zamanın yönetiminde küreselci, mekanın savunulmasında yerelci. Evrimci düşünce ve politikalar küresel bir perspektif gerektirir, insanların çevreleriyle uyumu yerel cemaatlerinde başlar. Bu sosyo-biyolojik kimlik çok yönlü, tarihsel gelenekler, diller ve kültürel sembollerle bağdaştırılabilir. Tarihsel kültürler reddedilmez. İktidar, ağ toplumu içinde küreselleştikçe zenginlik ve bilgi yoğunluğu ile örgütlenirken olabildiğince paylaşılır. Çevrecilik bilime dayalı bir harekettir. Doğaya, insanlara ne olduğunu anlamaya soyunur. Bilimin hayat üzerindeki egemenliğini eleştirirken hayat adına, bilime karşı bilimi kullanır. Bilgi eksikliği değil bilgi üstünlüğü savunulur. Merkezsiz, çok biçimli, ağa odaklı, yayılmacı yeni bir toplumsal hareket biçimidir. Çevreci hareket olarak ekofeminizme göre kadınlar, doğanın maruz kaldığı aynı ataerkil şiddetin kurbanıdır. Maneviyatçı feminizm ve yeni-pagancılık arasında, cadı olmakla da ifade edilebilecek bağlantı kurulabilir. Arıların geri dönmesi, ormanda Cemile annenin “arılarıma iyi bak” fısıltısını duyması, rüyalarında doğa ve hayvanlarla iletişim kurması, bitkilere, ağaçlara, suya dokunarak ruhunu sağaltması ile Ayşe’nin “cadılığı” onaylanır.
Yeni kovanlardaki yaş ağaçlarda yarıklar açılmış, buna bağlı olarak arılar diğer kovanlardaki bal kokusunu duyup savaş çıkarmış, büyük yağmalama sonucu çoğu birbirini öldürerek telef olmuştur. Üzüntü denizindeki Ayşe’ye kamera bel-boy plandan daha fazla yaklaşmaz. Fondaki yüce dağlar-gürlemiş ağaçlar-parçalı bulutlu gökkubbe alan derinliği ile görüntülenerek sonsuzluk hissi uyandırılır, böylece insanın/kültürün biçareliği, yalnızlığı verilir. Filmde belli aralıklarla yüce dağlar ve orman içinde uzaktan küçücük görüntülenen insanlar, arabalar, evler, elektrik direkleri, doğa karşısındaki bu çaresizliğin, çıkışsızlığın altını çizer.
Ölü arıların yakılma töreni gerilim müziği eşliğinde yürek burkan bir merasimdir. Ayşe ve Ahmet, Ahmet’in evinde pencerenin önünde akşam vakti oturup dertleşir. Yüzleri ışıkla aydınlatılmış halde dışarıya, doğaya dönüktür. Cama vuran yağmur damlalarının gölgesi yüzlerine yansır. Omuz plan görüntülenirken gökgürültülerine, şimşeklere, sağanak yağmurlara, tabiata itirafta bulunurlar. Adeta günah çıkarırlar. Günah çıkarma kabul edildiğinde ise yeni kraliçe oğul verecek, Ayşe’nin öldürdüğü ayının yavrularından biri hayatta kalarak “umudu” devam ettirecektir. Doğa bağışlayıcıdır.
Alman filozof Leibniz kültürü “geçmişle yüklü, geleceğe gebe” olarak tanımlar. İnsan doğada bir şeyler üretir ve bunları doğaya hükmetmek için kullandığında kültürü yaratır. Birinci aşama Vahşi doğa olarak adlandırılırken artık günümüzde Oluşturulmuş doğadan söz edilir. Gelenekten (yerelden) moderne (ulusala) aktarılan bilgi, postmodernin (küreselin) yani Oluşturulmuş doğanın kurulmasındaki yardım elidir. Bu yardım elinin gerekliliğini, Ayşe ve İlker’in antika değerinde eski bir radyodan dinledikleri ve Cemile annenin yazının başlığındaki sözünün yan anlamlarından biri olabilecek şarkı anlatır; “hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan…”
Kaynakça
Castells, M. (2006). Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür. İkinci Cilt (Kimliğin Gücü). Çev. Ebru Kılıç. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: İstanbul.
Hesse, H. (2019). İnanç da Sevgi de Aklın Yolunu İzlemez. Çev. Kamuran Şipal. Yapı Kredi Yayınları: İstanbul.