Doç. Dr. Berceste Gülçin Özdemir’in 2019’da basılan Türk Sineması’nın Kadın Yönetmenleri Konuşuyor adlı kitabı, Standartlaştırılmış Açık Uçlu Görüşme Yöntemiyle birçok kadın yönetmenle yapılan görüşmelere dayanmaktadır. Bu görüşmelerden birisi de Türkan Şoray ile yapılmıştır. 2000’li yıllarda Türkiye’de filmleri vizyonda gösterim olanağı bulmuş kadın yönetmenlerle yapılan görüşmelerden hazırlanan kitapta, Türk Sineması’nın sultanı Türkan Şoray, hem yönetmenlik hem aktrislik deneyimine dair, hem de Türk sinemasına dair önemli söylemlerde bulunmuştur, bu bölümü yazarın izniyle aktarıyoruz.
Türkan Şoray Biyografi
Türk Sineması’nda Sultan olarak anılan Türkan Şoray, Fatih Kız Lisesi ortaokulu bölümünde Türker İnanoğlu’nun keşfi ile Yeşilçam’a adım atar. Köyde Bir Kız Sevdim (1960) filmi ile kariyerine başlayan sanatçı, bu filmin ardından teklifler almaya başlar. Şoray›a ilk Altın Portakal ödülünü getiren film, yönetmenliğini Metin Erksan›ın yaptığı Acı Hayat (1962) filmi olmuştur. 1968 yılında, Şoray’a kariyerinde ikinci Altın Portakal ödülünü, Sait Faik Abasıyanık’ın Menekşeli Vadi adlı öyküsünden esinlenerek Safa Önal tarafından senaryosu yazılan Vesikalı Yarim filmi kazandırmıştır. Çevirdiği filmlerle, magazin basının dikkatini çeker ve dönemin ün yapmış haftalık popüler dergilerinden Sinema’ya, ardından Artist, Büyük Gazete ve Ses dergilerine kapak olur. Şoray ayrıca, 50 yıllık sinema kariyeri boyunca en fazla dergiye kapak olmuş sanatçıdır. Toplamda 222 filmde rol alan Türkan Şoray aynı zamanda bu sayıyla dünyanın ‘’En çok film çeviren başrol kadın oyuncusu’’ olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiştir. Şoray 100 yıllık Türk Sineması’nın 50 yılına damgasını vuran en önemli oyuncularından biri olarak kabul edilir. 1990’lı yıllarla birlikte, televizyon dizileri çalışmalarına da ağırlık vermeye başlamış, başrolünü oynadığı İkinci Bahar ve Tatlı Hayat dizileri unutulmazlar arasına girmiştir. Yönetmenlik de yapan Şoray, başrolünde kendisine eşlik eden Kadir İnanır ile oynadığı 1972 yapımlı Dönüş, 1976 yapımlı Bodrum Hakimi, 1973 yapımlı Azap’ın tek başına yönetmenliğini, 1981 yapımlı Yılanı Öldürseler filminin ise Şerif Gören ile birlikte yönetmenliğini yapmıştır. Sanatçı son olarak Yağmur Ünal’ın hem yapımcılığını yaptığı hem de rol aldığı Uzaklarda Arama (2015) filmini yönetmiştir. Yönetmenin aldığı ödüller; 1964 I. Antalya Film Festivali. “Acı Hayat”la “En başarılı kadın oyuncu.” (Altın Portakal), 1968 5. Antalya Film Festivali: “Vesikalı Yarim”le “En başarılı kadın oyuncu”. (Altın Portakal), 1969 Ekspress Gazetesi: Halk oyu ile “yılın kadın artisti”, 1971 Ekspress Gazetesi: Halk oyu ile “yılın kadın artisti”, 1973 5. Adana Film Festivali: “Mahpus”la “en başarılı kadın oyuncu” (altın Koza), Moskova Film Şenliği (Rusya): “Dönüş”le “özel ödül”, Ankara Gazeticiler Cemiyeti: “Yılın Artisti”, Kelebek Gazetesi: Halk oyu ile “yılın kadın sanatçısı”, Kıbrıs Gazeteciler Cemiyeti: “Yılın Sanatçısı”, Tercüman Gazetesi: Halk oyu ile “en iyi sanatçı”, İzmir Kadınlar Birliği: “Dönüş”le “en iyi kadın oyuncu”, 1978 Taşkent Film Şenliği: “Selvi Boylum Al Yazmalım”la Uluslarası Aytmatov Kulübü’nün geleneksel ödülü, 1987 27. Antalya Film Festivali: “Hayallerim, Aşkın ve Sen”deki yorumuyla “en iyi kadın oyuncu” (Altın Portakal), 1990 2. İzmir Film Festiali: “Altın Artemis onur ödülü.”, 1992 8. Bastia Akdeniz Sinemaları Festivali “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu”daki yorumuyla “en iyi kadın oyuncu”, 1994 6. Ankara Film Festivali: “Emek ödülü”, 31. Antalya Film Festivali: “Bir Aşk Uğruna”daki yorumuyla “en iyi kadın oyuncu”. (Altın Portakal), 1996 15. Uluslararası İstanbul Film Festivali: Sinema onur ödülü, Magazin Gazeticiler Derneği 4. Altın Objektif Ödülü, Onur Ödülü, 1999 Roma Film Festivali: Büyük Ödül, 2. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali: Kadın yönetmen ödülü, 2000 Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi: Zirvedekiler 2000 ödülü, 31. Antalya Film Festivali: “Bir Aşk Uğruna”daki yorumuyla “en iyi kadın oyuncu.” (Altın Portakal), 2001 Sakıp Sabancı Türk Kalp Vakfı: “İkinci Bahar” dizisiyle “iyi kalp ödülü”, 2001 İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Tekofaks Panasonic: “İkinci Bahar” dizisindeki rolüyle “2000 yılının başarılı iletişimci ödülü, Akademi İstanbul: “Yılın en başarılı sanatçısı ödülü”. Şoray’ın oyuncu olarak filmografisinde; 1960: Köyde Bir Kız Sevdim, Aşk Rüzgarı, Güzeller Resmi Geçidi, Utanmaz Adam; 1961: Afacan, Aşk ve Yumruk, Dikenli Gül, Gönülden Gönüle, Hatırla Sevgilim, Kaderin Önüne Geçilmez, Kardeş Uğruna, Melekler Şahidimdir, Otobüs Yolcuları, Sevimli Haydut, Siyah Melek; 1962: Acı Hayat, Allah Seviniz Dedi, Aşk Yarışı, Bardaktaki Adam, Billur Köşk, Bizde Arkadaş mıyız, Dikmen Yıldızı, Kırmızı Karanfiller, Lekeli Kadın, Ne Şeker Şey, Ümitler Kırılınca, Zorlu Damat; 1963: Acı Aşk, Ayşecik Canımın İçi, Badem Şekeri, Beni Osman Öldürdü, Bütün Suçumuz Sevmek, Çalınan Aşk, Çapkın Kız, Dağlar Kralı, Genç Kızlar, İki Kocalı Kadın, Küçük Beyin Kısmeti, Sayın Bayan; 1964: Adanalı Tayfur Kardeşler, Anasının Kuzusu, Bomba Gibi Kız, Bücür, Fıstık Gibi Maşallah, Gençlik Rüzgarı, Gözleri Ömre Bedel, Kader9 Kapıyı Çaldı, Kızgın delikanlı, Macera Kadını, Mualla, Öksüz Kız, Yılların Ardından; 1965: Ekmekçi Kadın, Elveda Sevgilim, Garip Bir İzdivaç, Hayatımın Kadını, Komşunun Tavuğu, Sana Layık değilim, Seven Kadın Unutmaz, Siyah Gözler, Sürtük, Vahşi Gelin, Veda Busesi; 1966: Akşam Güneşi, Altın Küpeler, Anaların Günahı, Çalıkuşu, Çamaşırcı Güzeli, Düğün Gecesi, El Kızı, Eli Maşalı, Günahkar Kadın, Karanfilli Kadın, Kenarın Dilberi, Meleklerin İntikamı, Meyhanenin Gülü, Siyah Gül; 1967: Ağlayan Kadın, ana, Ayrılsak da Beraberiz, Bir Dağ Masalı, Her Zaman Kalbimdesin, Kara Duvaklı Gelin, Kelepçeli Melek, Ölümsüz Kadın, Sinekli Bakkal, Tapılacak Kadın; 1968: Abbase Sultan, Ağla Gözlerim, Artı Sevmeyeceğim, aşk Eski Bir Yalan, Ayşem, Dünyanın En Güzel Kadını, Kadın Değil Baş Belası, Kadın intikamı, Kadın Severse, Kahveci Güzeli, Vesikalı Yarim; 1969: Aşk Mabudesi, Ateşli Çingene, Bana Derler Fosforlu, Buruk Acı, Fosforlu Cevriye, Günah Bende mi, Köle Olayım, Sana Dönmeyeceğim, Seninle Ölmek İstiyorum, Son Bahar Rüzgarları; 1970: Ağlayan Melek, Arım Balım Peteğim, Birleşen Yollar, Buğulu Gözler, Bülbül Yuvası, Hayatım Sana Feda, Herkesin Sevgilisi, Kara Gözlüm, Mağrur Kadın, Mazi Kalbimde Yaradır, Merhamet, Tatlı Meleğim; 1971: Ateş Parçası, Bir Genç Kızın Romanı, Bir Kadın Kayboldu, Gelin Çiçeği, Gülüm Dalım Çiçeğim, Güllü, Mavi Eşarp, Melek mi, Şeytan mı, Sevmek ve Ölmek Zamanı, Unutulan Kadın, Yedi Kocalı Hürmüz; 1972: Cemo, Çile, Dönüş, Sisli Hatıralar, Vukat Var, Zulüm; 1973: Asiye Nasıl Kurtulur, Azap, Dert Bende, Gazi Kadın, Güllü Geliyor Güllü, Mahpus, Namus Borcu, Sultan Gelin, Yalancı; 1974: Açlık, Bal Kız Şenlik Var, Çılgınlar, Yüreğimde Yare Var; 1975: Acele Koca Aranıyor; 1976: Bodrum Hakimi, Deprem, Devlerin Aşkı; 1977: Baraj, Dila Hanım, Selvi Boylum Al Yazmalım; 1978: Bir Aşk Masalı, Cevriyem, Sultan, Tatlı Nigar; 1979: Hazal, Küskün çiçek; 1981: Yılanı Öldürseler; 1982: Mine, Seni Kalbime Gömdüm; 1983: Metres, Seni Seviyorum; 1984: Bir Sevgi İstiyorum; 1985: Bir Kadın Bir Hayat, Körebe; 1987: Gramafon Avrat, Hayallerim Aşkım ve Sen, On Kadın, Rumuz Gonca Gül; 1988: Ada; 1989: ölü Bir Deniz; 1990: Berdel, Menekşe Koyu, Soğuktu ve Yağmur Ciseliyordu; 1993: Şahmaran; 1995: Yerçekimli Aşklar; 1997: Nihavent Mucize; 2003: Gönderilmemiş Mektuplar; 2004: Mürüvvetsiz Mürüvvet filmleri yer almaktadır. Oyuncu, 1993 Tatlı Betüş, 1996 Bir Aşk Uğruna, 2000 Gözlerinde Son Gece, 2000 İkinci Bahar, 2002 Tatlı Hayat, 2006 Cemile dizilerinde de rol almıştır.
Türk Sinema Endüstrisi’nde kadın yönetmen olarak çalışmanın koşullarını anlatır mısınız?
Azap (1973), Yılanı Öldürseler (1981), Dönüş (1972), Bodrum Hakimi (1976), Uzaklarda Arama (2015) filmlerinin yönetmenliğini yaptım. İlk yönetmenlik yaptığım film Dönüş’tü. O dönem zaten Türk Sineması ki halen de öyle, erkek egemen bir sinemaydı. Dolayısıyla, hep erkek yönetmenler çoğunlukta olduğu için daha çok oyuncular dahil bütün set çalışanları bir kadın yönetmeni yadırgayabiliyordu. Ama, Yeşilçam döneminde mesela kendini ispat etmiş Bilge Olgaç vardı. Benim birdenbire filmde yönetmen olarak sete başlamam tabii zordu, her şeyden önce sinema oyuncusuyum, bir kere kendinizi sete yönetmen olarak inandırmanız lazım. Pek bir şey söylemeseler de sette ben ‘’acaba ne kadar başarılı olacak?’’ düşüncelerini seziyordum gözlerinden. Sette hakimiyeti kurmalıydım her şeyden önce, yani o set disiplinini. Bu endişeyi yaşayarak başladım, mutlaka her kadın yönetmende o dönem, o vardı, bu endişe. Sette ilk gün herkes sus pus bana bakıyor, acaba ne yapacağım gibi. Bir de bunun ön safhası var, birkaç oyuncu mesela Fikret Hakan, ben Türkan Şoray’la kadın yönetmenle film yapmam diye reddetmişti. Hatta bunlar basında da çıktı. Kadir İnanır kabul etmişti çalışmayı. Sonra bana çok güzel bir ekip hazırlandı. Setin ilk günü, benim için inanılmaz, farklı bir deneyimdi. Pıs yok (gülüyor Türkan Şoray), herkesin gözünden bir şey seziyorum, ne diyecek diye. Bir de işin kötüsü hep oyuncu olarak setlerdeydim, işin bir de teknik kısmı var. Çünkü bir film, kamerayla yönetmenin haşır neşir olmasını gerektiriyor, teknik bilgilere sahip olunması lazım. Yönetmenin objektifleri bilmesi lazım, anlatmak istediği duygu için ‘’şu objektif olacak’’ demesi lazım görüntü yönetmenine. Mesela yakın plan çekileceği zaman, 75 olmalı objektif diyebilmeli, gibi. Objektiflerle ilgili bir bilgim yoktu, ama kısa sürede hemen öğrendim. Önemli olan zaten yönetmenin bir duyguyu aktarması. Mesela ilk plan Kadir İnanır’ındı, ağa, Kadir İnanır’ın beynini yıkamaya çalışıyordu, ağanın gözü karısındaydı, Kadir de Almanya’ya gidecekti, Kadir’in kararsızlığını çekmemiz lazımdı. 5, 6 tane yakın plan çekmiştim, ‘’sevgili arkadaşlar, şimdi, Kadir Bey’in yakın planını istiyorum, şöyle istiyorum…’’ gibi başlamıştı ilk sahne… Hemen objektifleri beynime yazdım, bunları da sonrasında montajda birbirinin arkasına bağlayacağız gibi kafamda kurguladım. Yönetmenlik tamamen duygu meselesi, dünyayı algılayışını, hissettiklerini, hayallerini dışarıya görsel olarak anlatmak. Bunun çeşitli yolları var. Kadınların algılayışı erkeklerden daha farklı. Mesela Atıf Yılmaz’ın bir sözü var: ‘’Toplumdaki her sorunu kadınlar üzerinden anlatırım.’’ derdi. Kadın ağırlıklı filmlerde tabii ki erkek yönetmenlere göre çok daha duyarlıyız. Çünkü, kadının ne hissettiğini bizler çok daha iyi biliyoruz. Erkek yönetmen ne kadar hissetse, bir kadın yönetmen kadar hissedemez. Orada da bir oyuncu olarak yardımcı oluyoruz biz, yönetmenlere. İlk yönetmenlik deneyimimde, 20 gün boyunca gayet sakin yürütmeye çalıştım, fakat sonra hafif çatık kaşlı oldum, film bittikten sonra iki kaşımın arasında bir çizgi oluşmuştu (gülüyor). Ama gayet saygılı, sevgiyle karışık bir disiplindi setteki. Benim emeğe çok büyük saygım vardır, set çalışanlarının benim başımın üzerinde yeri vardır her zaman. Ben onlara her sabah Şile’den taze açmalar alıyordum, paylaşıyorduk. Yavaş yavaş baktılar ki güzel gidiyor, o filmi tamamlamış olduk. Sonra hoşuma gitmeye başladı bir kadın olarak ben de erkekler kadar sete hakim olabilirim diye hissetmeye başladım. Mesela sahne uzuyordu, 30 kutu veriyorlardı, aşamazsınız, çok pahalıydı, beş defa çekme lüksümüz yok.
O günkü programın bitmesi lazım, bir iki gün aksamıştı, filmin prodüktörünün adamı, setin uzağından geçse ben hemen huylanıyordum. Bu bakışlarda sitem mi var acaba gibi, müthiş alınganlık içerisindeydim. Şile’den geliyorum gece yarısı saat 23.30, arabada yalnızım, o kadar moralim bozuk ki, çok sorumluluk sahibiyim ve o işi en mükemmel şekilde yapmalıyım ve o üzüntüyle Şişli Kent Sineması’nın önünden geçerken arabanın arkasından kapıyı açtım, bir an kendimi atmak istedim. Aslında bana kimse bir şey söylemedi, bir iki defa sette uzaktan o adamın bana bakışından alındım. Ama bu kadın olmanın dezavantajımı deyim, naifliği mi. Zorlanmıştım çok, ama beğenildi ve başarılı bulundu film. İlk filmdeki zorluklar, çok az kısıtlı bir filmle çekme zorluğuydu, günümüzde dijitale geçildiğinde belki 20 defa prova yapabiliyorsunuz. Hiç unutmuyorum, Cihan Ünal’la Seni Kalbime Gömdüm’ü (1982) çekiyorduk, filmin son sahneleriydi, o kadar az film kalmış ki, o sahneyi yanlış çekersek bitti yani. Baya da uzun bir sahne, korka korka çekmiştik. Azap da çok acı bir konusu olan filmdi, Dönüş kadar gişe yapmamıştı. Aynı yapımcıyla Bodrum Hakimi’ni yapmıştık. O da çok güzel olmuştu. Onu da çok hissederek çekmiştim, hem oynuyorum, hem çekiyorum. Çılgınlıktı bu, hem oynayıp, hem yönetmenlik yapmak, gerçekten çok zordu. Kamera önündeki oyuncunun en önemli detayı, yönetmenden ‘’aa çok güzel oldu ya da böyle oldu’’ gibi geri dönüşler beklemektedir. Ama seni orada denetleyen yok. Oyuncu da sensin, yönetmen de, etrafa bakıyordum, etraftaki etkiden anlıyordum. Şimdi ise, çektiğinizi gelip monitörden izleyebiliyorsunuz, olmadıysa bir kez daha çekebiliyorsunuz. Eskiden çektiğinizi izlemek için bir ay bekliyordunuz, filmler yıkanıyordu, o zorlukla artık ne çektiyseniz, o zorlukları yaşadım ben. Dönüş ödüller aldı, hatta sonra Türk Sineması ikiye ayrıldı, Türkan Şoray yönetmenlik yapabilir, yapamaz diye. Halit Refiğ mesela arayıp sen başaracaksın, dedi. Yılanı Öldürseler de, verdiğim mizansenlerde oyuncular saygıyla, sevgiyle rollerini yerine getirmeye çalıştılar. Ben de çok oyuncuya çok yardımcı olmaya çalıştım. Oyuncu olduğum için, neye canım sıkılıyor, beklemekten mi sıkıldım, karnım mı acıktı, güneş beni rahatsız mı etti, bütün bunları bildiğim için set koşullarında çalışırken o oyuncunun ne hissettiğini ben yönetmen olarak çok iyi hissediyordum. Dinlenmesi gerekiyorsa dinlenin biraz diyordum. Bir oyuncunun mutlaka yönetmenlik yapması gerekir kanaatine vardım, neden? Setlerde şu sahneyi çabuk çekse de gitsek, üşüdük falan dediğimiz oluyor, oyuncu olarak. Yönetmeni hissettiklerini hissetmek için, oyuncu olmak lazım, oyuncunun hissettiklerini de hissetmek için yönetmen olmak lazım. İkisini de yaptığım için, çok şanslı hissediyorum kendimi.
Yeşilçam zamanındaki zor koşulları tekrar düşündüğümde teknik, bizi zorlayan çok fazla şey vardı. Mesela eskiden sansüre giderdi film, o kısıtlama yok şimdi, daha özgür insanlar. Şimdi ise şu zorluğu yaşadım, yönetmen setten ayrı. Bir monitörün başında, kafasında siyah bir örtü, çadırın içinde monitörden emir veriyor, asistanlar da bunu oyunculara iletiyor. Beni rahatsız etti bu durum, oyuncuların da bu rahatsızlığı hissettiğini hissederek daha çok rahatsız oldum. Yönetmenin, oyuncunun dibine kadar gidip, ben buradayım, seni onaylıyorum’u oyuncunun hissetmesi lazım. Yönetmenden o gücü alması lazım. Son filmde (Uzaklarda Arama), usta yönetmen edasıyla, kendime müthiş bir güvenle filmi yönettim. Bu filmde de sadece yönetmenlik yaptım, o da rahatlatmıştı, yine de her sahnede ne oldu, ne olacak, akşamları yine uykum kaçıyordu. Bir filmi yapmak, 9 ay doğum sancısı çekmek gibi bir şey. Her aşaması çok zor, senaryo aşaması, çekim aşaması, montaj aşaması… Erkek egemen bir set yoktu son sette, kadın asistanlar, kadın makyözler vardı, çok güzeldi. Her şey çok rahattı sette, hepimizin karavanları vardı. Eskiden olsa, çizmeni giyemezsin arabada mesela, zar zor sıkışık şekilde zorlanırsın, şimdi ise müthiş bir konfor var sinemada.
Türkiye’de değil de başka bir ülkede yönetmen olsaydınız çalışma şartlarınız nasıl olurdu?
Ülkesine göre değişiyor, Batı ülkelerinde, Amerika’da kadın özgürlükleri daha fazla. Kadın daha özgür bir birey, o açıdan daha kolay olurdu diye düşünüyorum. Bütün oradaki imkanlar açısından daha özgürler. Bizdeki sinema da Batı standartlarına yaklaşmaya başladı, imkanlar açısından. Kadının daha özgür bırakılması toplumda, kadın, erkek eşitliğinin olması, kadına karşı daha ön yargısız olmaları çok önemli, bu açıdan çalışma şartları daha farklı olurdu diye düşünüyorum.
Türk Sineması’nda kadın yönetmenler arasındaki ilişkiler nasıl? Birbirini manevi ya da maddi anlamda destekleme var mı?
Yeni bir kadın yardımlaşma derneği kuruldu, hatta geçen sene toplantılarına gittim. Sayı çok az kadın yönetmenlerde, onlara olanak çok tanınmıyor belki de. Film yapmak da çok zor bir süreç, kadınlar çok güçlüler, fakat bazı şartlardan dolayı film yapma gücüne erişemiyor olabiliyorlar. Film festivallerinde kadın yönetmenlerle karşılaşıyorum, günlerce bir arada olduğumuzda çok güzel sohbetler gerçekleştiriyoruz, paylaşımlarda bulunuyoruz. Ama, daha çok, paylaşımların ortaya koyulacağı bir dernek ya da bir topluluk olsa harika olur, ben de seve seve hizmet ederim.
Kadın karakterlerin yaşadığı deneyimler ve onların kadın olarak varoluşlarının sunumu tüm yönleriyle sinematografik açıdan nasıl gerçekleştirilir?
Kadının dünyasını, yaşadıklarını her yönetmen farklı bir üslupta anlatır. Her yönetmenin algılayışı, farklı. Belki bir bakışla, belki bir feryatla anlatacak kadının dramını. O dramı canlandıracakla, yönetmenin belki ortaya çıkaracakları bir mizansenle olabilir. İsterse yönetmen teknik olarak bir şeyi tek bir nokta halinde çok geniş bir plandan çekebilir. Kadının yalnızlığını çekecek mesela kadının gözlerine gelir, donmuş göz ifadesini çekebilir, kadının yalnızlığını ve acısını böyle anlatabilir. O an, yönetmenin hikayeyi nasıl algılandığına, nasıl gördüğüne bağlıdır. Yönetmen bir durumu, bir olayı aktarabilmek için öncelikle o olayı gözünde canlandırıyor. O sahneyi kafanda kuruyorsun, hayal ediyorsun ve o günkü duygunla çekiyorsun. O günkü duygu, anlatım gücü çok önemli. Her yönetmenin ayrı bir tarzı var, mesela Osman Seden de bir kafa girer, diğeri çıkar. Ömer Lütfü Akad, kamerayı hareket ettirmez, insanlar kameraya yaklaşır, hareket ederler, anlatım tarzları farklı. Her yönetmenin bir sinema dili var, algılayış biçimi ve hissetme biçimi var.
Filmlerinizde kadın karakterlerin hayatlarını sunarken, izleyicinin bu karakterlere bakışını yaratım sürecinde göz önünde bulunduruyor musunuz?
Her şeyden önce senaryo aşamasında yönetmen olarak o karakterin yaşadığına inanmalıyım, ben önce inanmalıyım ki, izleyici de ona inanabilsin. Yeşilçam filmlerinde ilk zamanlar, kadın karakterler daha yüzeyseldi, ağlıyordu, ama ne için ağlıyordu kadın karakter?. İç hesaplaşması yoktu, acı çekiyordu, ayrılıyordu… Daha çok olaylara bakılıyordu, o kadın neden ağlıyor, o anlatılmıyordu bütünüyle. Karakterleri daha derinlemesine inceleme, onların ruhlarını araştırma, ruhlarına inerek o karakterlerin, toplum içindeki tavırlarını, hareketlerini, yaşam tarzlarını gözlemlemek çok önemli. Benim sunacağım kadınları çok iyi tanımam lazım. Mesela varoşlardaki kadını benim görmem lazım. Bakkaldan nasıl alışveriş ediyor, minibüse nasıl biniyor, çamaşırını nasıl bağlıyor, nasıl yürüyor… Hayat kadını, burjuva kadın, fabrikadaki kadınının; davranışları, yemek yiyişi, oturuşu, sigara içişi…Onları iyice tanımazsanız o zaman yapay bir şey çıkıyor, izleyici de inanmıyor. Ama kanlı canlı o kadın fırlamış gibi olursa, gerçeğe yakın olursa, inandırıcı oluyor. Zaten izleyiciye yapıldığı için, izleyici burada ne der diyerek, bu karakter inandırıcı mı diyerek çalışılır senaryolarda. Yeşilçam’da pek inandırıcı değildi karakterler, çünkü çok üzerinde durulmuyordu. İzleyici çok hoşgörülüydü Yeşilçam’ın ilk zamanlarında, ne yaparsak kabul ediyordu. Şimdi, izleyici farklı, sinema kültürü gelişti. Çünkü, binlerce farklı film izliyorlar, onun için daha titizlikle duruluyor karakterler üzerinde. Ne için film yapıyoruz? Önce izleyicimiz için film yapıyoruz! Sinema varolduğundan beri izleyici ne der diye yaptık.
Türkiye’de çağdaş anlatı yapısını kullanan filmlerde, kadın karakterlerin sunumu kadın yönetmenler tarafından nasıl gerçekleştiriliyor?
Türkiye’de çağdaş anlatı yapısını kullanan filmlerde, kadın karakterlerin sunumu kadın yönetmenler tarafından çok gerçekçi sunuluyor, çok da gerçekçi canlandırıyor oyuncular, zaten ayrıcalığı da orada oluyor filmlerin. Bir insan içinde çeşitli kişilikleri taşır, ama bazı özelliklerini terbiye eder insan. Özelliklerini terbiye edemeyen insan, zaaflarıyla ve kötü yanlarıyla insandır. Sonuçta insan, insandır. Bazı filmlerde bunları törpüleyerek gösteriyoruz, özellikle ticari filmlerde. Ama sanat filmlerinde insanlar tüm yönleriyle, zaaflarıyla, çelişkileriyle ve her şeyiyle tüm gerçekliğiyle veriliyor. Kadın yönetmenler de kadınların gerçekliğini tüm gerçeklikleriyle vermeye çalışıyorlar.
Kadını kadın olarak anlatan en iyi film Türk Sineması’nda size hangisi ve neden?
Bir dönem kadınlar hep birbirine benzer karakterdeydi. Ya çok masum ya da kötü kadındılar. Sonra giderek kadınlar daha gerçekçi yansıtılmaya başladı, hem iyi yanıyla, hem de kötü yanıyla. Yıllar önce kadınlar filmlerde boyun eğen, hakkını savunamayan, bir erkeğe bağımlı karakterlerdi. Mesela böyle bir şeye ilk başkaldıran kadın karakter, Ömer Lütfü Akad’ın Seninle Ölmek İstiyorum (1969) filmindeki kadın karakterdi. Burjuva kadını süs eşyası gibi yanında taşıyan bir erkek karakter var filmde. Kadın o kadar mutsuzdur ki alkole verir kendini, eve gelen İzzet Günay mimar, kadın karakter onunla çok insani bir ilişki kuruyor. Onunla birlikte kocasını terk edip gidiyor, bağımsızlığını ilan ediyor. O zaman için çok cesur bir filmdi. Evli kocasını terk edip giden kadın, ama eşi de çok kötü, sert bir eştir kadına karşı. O zaman nasıl cüret edip oynamışız diye düşünürüm hep. Atıf Yılmaz’ın filmleri de çok güzel anlattı kadınları. Mine (1983) kadını kadın gibi anlatan ilk film örneğidir bence Yılmaz’ın. Mine de etiyle, canıyla, cinselliğiyle, toplumun baskısıyla baş kaldırandır. Onun da kaba, anlayışsız bir kocası vardır, kadın mutsuzdur. Kasabaya gelen yazar bir adamla, el ele başkaldırışı vardır kadının, Mine’dir bu. Sultan’ı da (1978) çok severim. Çocuklarıyla direnen, hayata tutunan, müthiş bir karakterdir. Suna (2007) filmi de öyle bir film, çok gişe yapmamıştı, ancak çok iyi kadın karakterin duygularını anlatır. O zamanda yapılmış kadın filmlerini yapabilecek kişi de az şu anda bu anlamda.
2000’li yıllar Türk Sineması’nda temsil edilen kadın karakterlerin sunumunda toplumsal gerçekliklere yer verilmesinin yanı sıra umut verici ve radikal kadın karakterleri sunabilmek adına kadın yönetmenler ne yapmalıdır?
Şartları zorlayarak, imkanlarını kendi yaratarak mücadele etmeleri lazım. Mücadele ederek kadınlar, başarabilir, çünkü kadınlar da o güç var. Şimdi zorluk şurada, erkek yönetmenler daha çok kendileri yapımcı, kadın bunu başarabilse çok iyi. Kadınlar ya birleşmeliler ya da ortak fonlar oluşturulabilirler, bunlar düşünülebilir. Ortak fondan kadınlara destek sağlanabilir. Kadınlar güçlerini birleştirip, kadın dayanışması geliştirilmeli. Bireysel mücadelede çok mücadele etmek gerekiyor. Böyle bir dayanışma olsa, bir dernek olsa harika olur. Bir öneri olarak ben söyleyebilirim, ben de içinde bulunmak isterim açıkçası.